Merhabalar...

Şu anda Elena Demiryürek'in blog'unda bulunuyorsunuz... Burada benim yazılarımı, röportajlarımı bulabilirsiniz... Fotoğraflarlara gün gelecek zenginleşecek bu blog ama şimdilik zamanı var... Hepinize geldiğiniz için teşekkür ederim

15 Eylül 2009 Salı

‘Futbolcu olacağım’ derken boksör oldum

Fenerbahçe Dergisi Ağustos Sayısı no: 78’de yayınlanmıştır.

Röportaj: Elena Demiryürek

Fotoğraflar: Ahmet Hopyar


22 yaşında gencecik bir adam. Umutları, hayalleri, tertemiz bir yüreğiyle zorlu bir branşta ilerlemeye çalışıyor. Önder Şipal, Bayburt’ta başlayıp Dünya’nın dört bir yanına uzanan boks tutkusunu Fenerbahçe Dergisi’ne anlattı. Önder, Akdeniz Oyunları’nda gösterdiği başarıdan, Olimpiyatlarda elde etmek istediği başarıya kadar pek çok konuda görüşlerini bildirdi. Sosyal sorumluluk projesi kapsamında lösemili çocuklarla ilgili planları ise onun insanlığının başlıca göstergesi oldu. Önder Şipal, çok yönlülüğü ile minik boksörlere örnek olabilecek başarılı bir şampiyon.

- Boks genellikle bir çocuğun “Ben boksör olacağım” diyerek başladığı bir spor değildir. Senin boksa başlama öykün nedir? Seni bu spora en çok çeken şey ne oldu?
1995 yılında Bayburt’ta spor yaz okulları açıldı. Futbol, basketbol, voleybol bunlardan bazılarıydı. Evimiz bu spor okullarının yapıldığı salona da oldukça yakındı. Ben, ağabeyim ve arkadaşlarım bu okullardaki öğrencileri izlemeye giderdik. Ağabeyim de zaten futbol okuluna devam ediyordu. Spor okullarının yapıldığı salonun altında boksörlerin antrenman salonu varmış. İnsanlar torbalara vuruyorlardı. Ben o zaman daha 8-9 yaşındaydım. Onları demir parmaklıkların orada izlemeye başlardım. Antrenörlerden biri yanıma geldi “Boksör olmak ister misin?” diye sordu ben de “Evet” dedim. Sonra bana bir form verdi, o formu doldurdum. İlk yıl boks yaptığımı aileme söylemedim. Onlara ağabeyimi izlemeye gittiğimi söylüyordum. Bir yılın sonunda babam ve annem benim boks yaptığımı öğrendiklerinde çok kızdılar. Boks ile ilgilenmeme ilk başta karşı çıksalar da sonrasında kabul ettiler. Çünkü antrenörüm gidip onlarla konuştu ve geleceğimin bu anlamda parlak olduğunu söyledi. Boksa başlamam tamamen tesadüf oldu. Ağabeyimi izlemeye gittiğimde “Futbolcu olacağım” derken boksör oldum.

- İlk maçını hatırlıyor musun?
1997 senesinde Kastamonu’da yaşım henüz küçük olduğu için minikler şampiyonasında oynatmamışlardı. Çok ağlamıştım. 1998 senesinde ise Siirt’de Türkiye Şampiyonası’nda ilk maçımı Eskişehirli bir boksör ile gerçekleştirdim. İlk senemde miniklerde şampiyon oldum. Boksta minik, yıldız, genç ve büyük olarak zamanlar bulunuyor. Bunlarda belli yıllar geçiriyorsunuz. 2002 yılında yıldızlar takımına geçtim ve 2 sene kaldım. Yıldızlarda oynarken Avrupa Şampiyonu oldum. Genç takımda oynarken hem büyükler hem de genç takımın kadrosundaydım. İkisinde de A takım kadrosundaydım. 17 yaşında Gençlerde Avrupa 3.’sü oldum. Bayburtlu hocam Seyfullah Dumlupınar’ın her zaman üzerimde büyük emeği olmuştur. Kendi çocuğundan daha çok emek vermiştir bana. Milli Takım’daki ve Fenerbahçe’deki hocalarımın da üzerimde büyük yeri vardır ancak Seyfullah hocamın yeri başkadır. Beni tanıyanlar ona “Baba” dediğimi bilir. Olimpiyat şampiyonu dahi olsam onun hakkını ödeyemem. Oğlu, “Önder Ağabey’e benden daha çok ilgi gösteriyorsun” der.


- Fenerbahçe’ye gelişin nasıl oldu?
İlk lisansımı Bayburt Gençlik Spor Kulübü’nden aldım. 2002 yılında yıldızlar kategorisindeydim. Özel izin ile Büyükler Türkiye Şampiyonası’na gittim ve 3. oldum. Bu şampiyonada beni Mert Öztemel fark etti. Bana geldi ve “Gel seni Fenerbahçe’ye alalım” dedi. Hocam “Yaşı henüz küçük, biraz daha büyüsün ben onu Fenerbahçe’ye vereceğim” dedi. Aradan 3 yıl geçti ve ben Fenerbahçe’ye transfer oldum. 2005 yılının sonunda Fenerbahçe Bayburt Boks Şubesi’ni açtı. Ben, kardeşim, Bayburt’taki tüm milli basketbolcular Fenerbahçe’ye geçti. Fenerbahçe’ye transfer olmak bize önemli getiriler kazandırdı. Bunlar maddi imkanların dışında manevi olarak da önemli katkıları oldu. Eskiden lastik ayakkabıyla antrenman yaparken artık en iyi kıyafetlerle maçlara çıkıyoruz. Eskiden antrenmanlarda bir çift eldiven olduğu için bir kişi idman yaparken diğer kişiler aynanın önünde gölge çalışması yapardı. Şimdi imkanlarımız daha iyi. Kendi ayaklarımın üzerinde durmam konusunda Fenerbahçe’nin üzerimde emeği çok büyük.

- Akdeniz Oyunları’nda önemli bir başarıya imza attın… Hazırlanma sürecini ve yaşadıklarını bize anlatır mısın?
Ocak ayından bu yana Akdeniz Oyunları için hazırlanıyoruz. Benim kilomda çok sevdiğim Trabzonlu bir ağabeyim vardı. Kendisi rakibimdi. Ringe çıkınca ağabey kardeşlik kalmıyor. Üç maç yaptık kendisiyle, iki maçı ben kazandım, birini o kazandı. Rekabet başarıyı getiriyor lafı gerçekten çok doğru. Takım olarak çok iyi çalıştık. Parolamız şampiyonluktu. Bir önceki Akdeniz Oyunları’na 10 kişi gitmiştik ve 9 madalya ile dönmüştük. Fransa 1. İtalya 2. biz ise 3. olmuştuk. Bu sefer de parolamız yine şampiyonluk idi. 1-2 sayı ile sürpriz yenilgilerimiz de oldu, kaybettiğimiz maçlarda da hep kafa kafaya kaybettik. En son 3 kişi finale çıktık. İkimiz şampiyon olduk. Hava değişiminden dolayı çok hastalanan oldu. Bazı arkadaşlarımızın ateşleri 39 derecelere kadar çıktı ve o halde maçlara katıldılar. Kondisyonları düştü. Ama takım halinde 3. olduk. Ufak hatalar ve hastalıklar olmasaydı, çok rahat bir şekilde birinci olabilirdik. 20 madalya geldi Akdeniz Oyunları’ndan, 6’sı bokstan oldu. Eğer şanssızlıklar olmasaydı daha da büyük başarılar gelebilirdi.


- Dünya Boks Şampiyonası’na da katılacaksın. Akdeniz Oyunları, Dünya Şampiyonası’nın adeta bir denemesiydi. Bu turnuvaya nasıl hazırlanıyorsun?
Dünya Şampiyonası 1 Eylül’de İtalya’da başlayacak. Akdeniz Oyunları’ndan sonra 1 haftalık bir tatil dönemi geçirdik. Ancak bizim Eylül ayına kadar kamplarımız devam edecek. Tatilde bile memlekete gittiğimizde kondisyon yüklemesi yapılıyor. Yani bizim sezonu bitirip bir ay izin yapmak gibi bir olanağımız olmuyor. Şampiyonalar olmadığında hep kamptayız. Tatillerimiz bile çok kısa süreli oluyor. Birçok yerde kamp yapacağız. Son olarak 30 Ağustos’ta kamplarımız tamamlanacak ve sonrasında Milano’ya gideceğiz. Bizi zorlayan birçok ülke var. Ruslar, Azeriler, Kübalılar ve daha birçok iyi boksörün bulunduğu ülkeler geliyor. Bazen ismini bile duymadığımız ülkelerden bile çok iyi boksörler çıkabiliyor. Boks alanında çok haber yapılmıyor ancak şöyle ki; 2005 yılında 80 ülke arasında ilk 30’a giremedik; 2007 yılında gittiğimizde ise 106 ülke katılmıştı. Biz 12. olmuştuk. Günden güne iyiye gidiyoruz. İki bronz madalya çıkarttık. Bundan sonra altın madalya kazansak çok iyi olur.

- Boksa ne kadar daha devam etmeyi planlıyorsun? Gelecekle ilgili hedeflerin neler?
Her sporcunun hayali Olimpiyat’lara katılıp başarı sağlamaktır. 2008 olimpiyat oyunları için elemelere girdim ancak 64 kiloda şansımı deneyecektim. Ancak bu çok fazla kilo vermeme neden oluyordu. 10 kiloya yakın kilo düşmek zorunda kaldım ve bu da direncimi azalttı. Bir iki hafta içinde o kadar kilo vermek insanı etkiliyor ve karşındaki rakip ne kadar güçsüz olursa olsun ancak 1-2 raunt dayanabilirsin. Ben 69 kiloya çıktım orada mücadele ediyorum. Ocak’tan bu yana 20-25 maç yaptım ve hiçbirini kaybetmedim. Bunun de nedeni normal kilomdan bir iki kilo az olması… Önümüzde Dünya Şampiyonası var ilk hedefimiz orası ama temel hedef, 2012 Olimpiyatları’na gidip orada bir madalya kazanmak istiyorum. Şu anda 22 yaşındayım, 28 yaşına kadar boks yapmak istiyorum. Sakatlık olmadığı sürece boksu seviyorum. Birkaç gün ayrı kaldığımda eksikliğini hissediyorum.

- Boks görünüşte şiddete yönelik bir spor dalı… Sen bu sporu profesyonel olarak yapan bir insan olarak neler söyleyebilirsin?
Boks tabii ki sert bir spor ancak bir futbolcu da topa sert bir şekilde kafa vurabiliyor, bu bizim aldığımız darbeden daha kötü. Biz kask ve dişlik takıyoruz, kask ve eldivenlerimizin içinde sünger olması nedeniyle de alınan darbeler kısmen hafifliyor. Bizim için aldığımız puan önemli, hiçbir boksör rakibini bilerek nakavt edemez. Eskiye oranla boksörler bu sporu artık daha fazlaca teknik olarak düşünüyorlar ve buna göre davranıyorlar. Boksta şöyle bir laf vardır: “Şampiyonu yenmelisin ki şampiyon olasın” ancak kuralarda çekilen rakipler de çok önemlidir, çünkü boksta başarı biraz da şans işidir.

- Gülsüm Tatar ile nişanlısın… Aynı mesleği yapıyor olmanız ilişkinizi nasıl etkiliyor?
Evet, nişanlım da boksör, zaman zaman birbirimizle fikir alışverişlerinde bulunuyoruz. Bu nedenle birbirimizi anlayabiliyoruz ve problem yaşamıyoruz. Genelde ben ona antrenman yaptırıyorum. Herkes boksu bilir onu çıkıp maçta bildiklerini uygular. Mesela onun maçlarını izlediğimde “Şurada şunu yapsaydın iyi olurdu” diyorum. Rakiplerini izlemesini her birinin yaptığı iyi bir hareketi kendisinin de uygulamasını söylüyorum. Çünkü boksta yetenek kadar kopya çekip geliştirmek de önemlidir. Herkesin iyi yaptığı bir parçayı alırsan, sen en iyisi olursun. İkimizde boksör olduğumuz için birbirimizi daha iyi anlayabiliyoruz. Kilo düştüğümüz zamanlarda sinir sistemimiz de zayıfladığı için erken sinirlenebilmek ve karşındakini kolay kırabilmek söz konusu olabiliyor. Ancak ikimiz de boksör olduğumuz için o dönemlerde neler yaşadığımızı anlayıp kolay tolere edebiliyoruz. Yine de oldukça tartıştığımız zamanlar oluyor… Evlendiğimizde evin bir bölümünü ring yapsak ne iyi olur diyorum (Gülüyor). Gülsüm çok sakin, fazla sinirlenmez… Ben kavgalarımız nedeniyle bu kadar yılda 3 telefon ve 1 laptop parçaladım (Bunu da yazın diyor ve gülüyor).


- Ne zaman evlenmeyi düşünüyorsunuz?
Babası ilk yüzüklerimiz takıldığında “Okul bitmeden evlenmek olmaz” dedi. Benim seneye okulum bitiyor, Gülsüm’ün de iki senesi var. Gülsüm’ün ağabeyi, “Ramazan’dan sonra Kasım ayı gibi düğünü yaparız” dedi. Bakalım olursa büyük ihtimalle Kasım’da olacak. Eğer olmazsa okulun bitmesini bekleyeceğiz. Ailenin en küçüğü olduğu için biraz da bekliyorlar…

- Fenerbahçe’nin sokak çocuklarına yönelik bir sosyal sorumluluk projes var. Bu konuda ne düşünüyorsun?
Kadıköy’de rıhtıma doğru yürüdüğünüzde sahipsiz bir sürü çocuk görüyorsunuz. Sokak çocuklarını topluma kazandırmak güzel bir şey. Bunu sadece boks şubesinin değil, tüm şubelerin yapması gerekiyor. Örneğin atletizm… Çocukları toplayıp onları eğitebilir. Belki aralarından çok yetenekli çocuklar çıkacak. Türkiye’deki spor anlayışı gelip kaydolan çocuklara yönelik. Antrenörler kendileri çıkıp aramıyorlar. Bence Türkiye’deki antrenörlerin ve spor anlayışının sorunu bu. Fenerbahçe’nin sokak çocuklarını boksa kazandırması çok takdir edilecek bir şey. Ankara’da başlayan bu aktivite gerçekten önemli. Çünkü o çocukları şampiyonluklar, başarılar, madalyalar kazanırlarken göreceğimize neden birini yararlarken ya da gasp yaparken görelim. Bu pek çok çocuğun hayatını değiştirebilir.

- Senin sosyal sorumluluk anlamında yaptığın bir etkinlik ya da çalışma var mı?
Ben bundan 2-3 ay kadar önce Lösemili Çocuklar Vakfı’nın gönüllü üyesi oldum. Bayburt’ta ekim ayında lösemili çocuklar yararına boks maçı düzenleyeceğiz. Fenerbahçe’den ve diğer pek çok ilden boksörler gelecek, güzel bir organizasyon olacak. Türkiye’de 5000 lösemi hastası çocuk var onlardan 5 yılda 20 tanesi iyileşmiş. Bunun nedenlerinden bir tanesi çocukların burada değil yurtdışında tedavi olması. Orada bir slogan vardı ve beni de çok etkiledi “Yarın sizin de çocuğunuz lösemi olabilir” yazıyordu. Ben Bayburt’daki insanlarımızın da bu konuya duyarsız kalmayacaklarından eminim. Çünkü Bayburt’da bir futbol maçı olduğunda statta en fazla 100 kişi bulabilirsiniz. Bir boks maçında ise 3 bin kişilik salon doluyor. Bayburt’da spor dendiğinde akla ilk boks geliyor.

Hiç yorum yok: