Merhabalar...

Şu anda Elena Demiryürek'in blog'unda bulunuyorsunuz... Burada benim yazılarımı, röportajlarımı bulabilirsiniz... Fotoğraflarlara gün gelecek zenginleşecek bu blog ama şimdilik zamanı var... Hepinize geldiğiniz için teşekkür ederim

4 Ekim 2009 Pazar

Cem Kurtar: “Hedefimiz 4 Kupayı da kazanmak!”





Fenerbahçe Dergisi Eylül Sayısı no: 79’da yayınlanmıştır.

Röportaj: Elena Demiryürek
Fotoğraflar: Ahmet Hopyar


Hayat bazen tesadüflerle bize yol çizer… Hiç düşünmediğimiz aklımızın ucuna bile getirmediğimiz bir hayat yaşamaya başlarız. Bu biraz tesadüf, biraz kader, biraz da şans işidir. Genellikle yaptığınız planlar hayat karşısında pek de işe yaramaz; o sizi kendi bildiği yolda yürütür… İşte hayatı böyle yol almışlardan biri; İsmail Cem Kurtar. Sezon öncesinde İstanbul Büyükşehir Belediye’den Fenerbahçemize transfer edilen Cem Kurtar, voleybola başlayış öyküsünü, takımın bu sezonki hedeflerini, evlilik hayatını ve geleceğe yönelik planlarını bizlerle paylaştı.

- Voleybola başlayan sporcular, genellikle tesadüf eseri bu sporu seçiyorlar. Çok da bilinçli olmuyor gibi görünüyor. Bu anlamda senin voleybol serüvenin nasıl başladı?
Voleybola 1991 yılında doğduğum yer olan Bursa’da başladım. 9 yaşımdaydım; beden eğitimi öğretmenim uzun boylu öğrencileri seçiyordu. Ben de o yaz basketbol yaz okuluna gitmiştim ve basketbol takımı kurulacağını sanıyordum. Öğretmen beni de seçti. Sonrasında elime voleybol topu verince çok şaşırdım. “Hocam basketbol topu yok mu? Yapmayın, voleybolu kızlar oynar” dedim. “Olmaz” dedi, duvara pas attırdı bana… Basketbol oynadığım için motor hareketlerim gelişmişti. Hocam da bunun üzerine gitmeye başladı. Ama ben idmanlara gitmemeye başladım. Daha sonra öğretmen eve geldi ve annem ve babamla görüştü. Daha sonra da arkadaş edinmeye başlayınca yavaş yavaş sevmeye başladım.


- Daha sonra devam etme süreci nasıl oldu?
İlkokul 5. sınıfta işin içine rekabet girdi. O yıl Bursa şampiyonu olduk ve sonra Türkiye finallerine gittik. Orada da Türkiye 3.’sü olduk. İşin içine heyecan ve rekabet girince daha çok sevmeye başladım, çok iyi de bir antrenörümüz vardı. Bursa’da ve Türkiye’de şampiyonluklar kazandık. Sonrasında Ankara’da Çankaya Belediyespor Kulübü, bir yapılanmanın içine giriyordu; bir altyapı oluşturmak istedi ve antrenörümüz de dahil olmak üzere bizi Ankara’ya transfer ettiler. Orada liseyi çeşitli okullarda okuduk çünkü iyi oyuncuları aynı okulda topluyorlardı. Lise dönemi boyunca Ankara şampiyonlukları ve Türkiye şampiyonlukları devam etti. Lise son sınıfta Dünya Şampiyonası’na denk geldik ve orada mücadele ettik. Dünya Şampiyonası’nda ise Dünya 2.’si olduk. Final maçına kadar bırakın maç kaybetmeyi tek tük set veriyorduk. Hatta verdiğimiz setlerde de kendi kendimizi yiyorduk ‘Nasıl set veririz’ diye. Dünya 2.’si olmamıza rağmen çok üzülmüş ve çok ağlamıştık. İnsanlar sevinçten, biz yenilgimize olan üzüntümüzden ağlıyorduk. Madalyalarımızı aldıktan sonraysa antrenörümüz bize soyunma odasında çok güzel bir konuşma yapmıştı. Ülkemize hiç yaşanmamış bir başarıyı kazandırdığımızı ve bunun büyük bir onur olması gerektiğini söylemişti.

- Liseden sonra profesyonel hayat başladı, diyebilir miyiz?
Üniversite’de Hacettepe Üniversitesi Spor Bilimleri Teknolojisi Bölümü’ne girdim ve Ankara Çankaya Belediyesi’nde oynamaya devam ettim. Sonrasında Erdemir’e transfer oldum. Erdemir’in en iyi zamanlarıydı. Bir sonraki sene Erdemir küçülme yoluna gitti. Bu arada Demeter ile Erdemir’de 1 sene çalışma şansım oldu. Final Four’a giriyorduk ancak tam öncesinde 1 oyuncumuz sakatlandı ve 2 puanla Final Four’u kaçırdık. Oradan da İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne transfer oldum. O arada Yıldız ve Genç Milli takımlar, Akdeniz oyunları, A Milli takım kariyerim başladı. Geçen sene İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile şampiyonluğu yaşadım, Balkan Kupası’nı kazandık ve şu anda da Fenerbahçe’deyim. Fenerbahçe’ye hizmet etmek için geldim.


- Çok küçük yaşta ailenden ayrı kaldın. Şimdi baktığında “Çok küçükmüşüm” diyor musun?
Evet, epey küçüktüm. Bazen konuştuğumuzda ailem halen beni nasıl küçük yaşta Ankara’ya yolladıklarını, nasıl bu duruma izin verdiklerini çözemiyorlar. Onlar da bana soruyor ‘Sen olsan gönderir misin?’ diye. Ben de ‘Tabii ki hayır’ diyorum (Gülüyor).


- Biraz zorla başladığın bir kariyer diyebiliriz voleybol için. Peki ya şimdi?
Voleybol şu anda benim mesleğim haline geldi. Artık bırakamam, profesyonel anlamda devam edebildiğim noktaya kadar devam edeceğim. Şu anda 27 yaşındayım, bana 30’un üzerine çıkabilirim gibi geliyor. Bana çok keyif veren bir iş yapıyorum. Çok da ileri yaşlara kadar yapmanın ve vücudunuzu zorlamanın bir anlamı yok. Çünkü sağlığınıza verdiği etki zarara dönüşüyor. Bence spor benim hayatımdan çıkamaz, mutlaka bir şekilde sportif aktivitede bulunurum. Ancak profesyonel sporculuk belli bir yere kadar devam edecek. Ben spor kariyerimi kademe kademe azaltmayı planlıyorum. Belki kariyerimin son yıllarını ikinci ligde oynayarak geçiririm. Sonuçta yavaş yavaş bırakmayı planlıyorum. Şu anda haftanın her günü çift idman yapıyorum. Bunu ilerleyen yıllarda tek antrenmana daha sonra haftada 3 idmana indirip kademe kademe azaltacağım. Spor öyle bir tutku ki tatilde olduğum dönemde bile sabah erken kalkıp spor yapıyorum. Eşim ‘Çıldırdın mı? Git yat uyu’ diyor ama ‘Sıkılıyorum, spor yapmam gerek’ diyorum.

- Fenerbahçe Erkek Voleybol Takımı yeni sezon hazırlıklarına başladı. Takımın bu yılki durumunu nasıl değerlendiriyorsun?
Birçok takım henüz sezon açmamışken biz sezonu erkenden açtık. 13-14 Eylül tarihleri arasında Romanya’da yapılacak Balkan Kupası için bu ülkeye gideceğiz. Henüz toparlandık diyemiyorum çünkü daha eksiklerimiz var, bazı oyuncularımız ucu ucuna yetişecekler. Bunun dışında çok kaliteli 2 yabancı oyuncu transferimiz var. Gardner zaten bildiğimiz bir oyuncu ve Türkiye Ligine de oldukça alışık. Divis ise Şampiyonlar Ligi’nde oynamış, en iyi manşetçi ödülü kazanmış bir oyuncu. Coskovich de zaten herkesin bildiği bir oyuncu. Özkan, Yasin, Cengizhan, ben ve bazı yabancı oyuncularımız dışında takımın kemik kadrosu zaten aynı. Antrenörümüz Demeter de çalışmalarımızdan ve takım uyumumuzdan gayet memnun. Her birimiz çalışmayı seven, işin bilincinde, disiplinli oyuncularız. Kısacası aramızda problem çocuk yok.


- Ligde çekişmeli bir sezon yaşanacak gibi görünüyor. Rakiplerimiz hakkında ne düşünüyorsun, biz neler yaparız?
Bu sene geçen yıla göre iddialı takımlar daha fazla ancak bizim hırsımız aynı şekilde devam ediyor ve tüm kupaları kazanacağımıza inanıyoruz. Taraftar desteğimiz de çok büyük. Bunu maçlarda çok daha fazla hissediyorsunuz. En büyük avantajlarımızdan biri bu. Bu rakip için de çok büyük bir baskı oluşturuyor. Fenerbahçe gibi bir kulüpte oynamak bence çok büyük bir şans. Çok büyük bir camia ve sizi içine çekiyor. Bu sene ne kadar kupa varsa hepsini almaya söz verdik. Balkan Şampiyonası’ndan sonra Yunanistan’da Final Four var, oradan inşallah kupa ile dönmeyi hedefliyoruz. Sonrasında Lig Kupası, Süper Kupa, yani bu sene 4 tane kupa bizi bekliyor. İnşallah 4’ünü de alarak çok güzel bir sezon geçireceğiz. Ben buna çok inanıyorum. Süper Kupa bu sene çıktı. Geçen senenin şampiyonu ile Türkiye Kupası’nı alan takımların karşılaşması olacak. Bunu sezon biter bitmez bir hafta sonra gerçekleştirecekler. Bir sonraki sezona kadar beklemeyecekler.


- Voleybolu sporcu olarak bıraktıktan sonra antrenör olmayı düşünüyor musun?
Antrenörlük çok farklı bir durum. Benim antrenörlük yapmak gibi bir düşüncem yok. Çünkü direktif vermek ya da biz sizin zamanınızdayken şöyle yapardık falan diyen biri olmak istemiyorum. Ayrıca iyi sporcu iyi antrenör olacak diye bir şey de yok. Belki voleybolun yönetim bölümünde bir şeyler yapabilirim. Menajerlik bunlardan biri.

- Voleybolun içinde olup olmayacağın muallak anladığım kadarıyla. Aile işine devam edecek misin?
Evet, Bursa’da aile şirketimiz var. Otomotiv ve makine sanayi üzerine bir şirket. Kardeşimle birlikte şirketin başına geçeceğiz. Kardeşimin eğitim hayatı bittiği zaman benim de sportif kariyerimin son dönemleri olacak. Yani bu 5-6 yıla denk geliyor aşağı yukarı. Bu gerçekleştiğinde Bursa’ya yerleşmeyi planlıyoruz. Babamın isteği de yine bu doğrultuda. O zaman Bursa’da bir 2. lig takımında da oynayabilirim, işten çıkınca akşamları antrenmana giderim diye düşünüyorum.


- Boş zamanlarında neler yapıyorsun?
Boş zamanlarımda arabalarla ilgilenmeyi çok seviyorum, özellikle uzaktan kumandalı arabalara karşı bir tutkum var. Eşim de oyuncaklara çok uzak değil. Evimde bir dolap dolusu araba var. Ayrıca normal araba kullanmayı da çok seviyorum. Bir diğer sevdiğimiz şey ise eşimle birlikte evde film izlemek, hatta özellikle buna göre bir koltuk yaptırdık. Bunun dışında zaman zaman da play station oynuyoruz. Zaten eşimle evlenme kararı almamızdaki en büyük etken birbirimizle vakit geçirmekten hiç bıkmamamız olmuştur. Çünkü başka insanlar ilişkilerinde konuşacak paylaşacak bir şey bulamadıkları için kendilerini sinemaya atarken biz eşimle evlenmeden önce de, sonra da sabaha kadar konuşabiliyorduk. İlişkide iletişim kurabilmek bence çok önemli. Siyaset, spor, arabalar, sanat gibi birçok şeyden bahsedebiliyoruz. Bunun yanı sıra arkadaşlarımızla da bağlantımız kopmadı.


- Karting yapıyor musunuz?
Evet eşimle go-kart yapmaya bayılıyoruz. Bu bizim için çok büyük bir zevk. Kışın Kartal’da kapalı bir go-kart pisti var, orada yapıyoruz. İkimiz de arabaları sevdiğimiz için ayrı bir heyecan oluyor bizim için… Eşim de zaten çok iyi araba kullanır.

- Amerikan futboluna da ilgin olduğunu duyduk. Bu ilgi nasıl başladı?
Erdemir’de oynarken 2 sene üst üste takımımızda Amerikalı oyuncular bulunuyordu. ABD’de rugby çok popüler bir spor, onlar da izlemekten büyük keyif alıyorlardı. ‘Ben hiç izlemedim’ diyince bana yavaş yavaş maçları izleterek öğretmeye başladılar. Kuralları öğrendikten sonra bana da eğlenceli geldi. Bir gün gezerken rugby topu gözümüze çarptı ve gidip satın aldık. İlk önce atışlarım oldukça kötüydü, daha sonra pratikle daha da iyi olmaya başladı. Biz bir dönem o topla basketbol bile oynadık. Daha sonra bir maçta da oynadım. Ancak topu fırlatmakta bir şey olmasa da o mücadele oldukça sert. Adeta kırılan kemik seslerini duyuyorsunuz. O anda bu bana göre bir spor değil dedim. Ancak arkadaşlarım eğer üniversitede ve ABD’de olsaydın iyi bir rugby oyuncusu olurdun demişlerdi.

- İstanbul’a taşınan insanlar ya İstanbul’u çok severler ya da nefret ederler. Sende durum nedir?
İstanbul’daki ilk senem kabus gibiydi. Özellikle Avrupa yakasına geçmek adeta bir eziyetti. Yaşadığım kaybolmalar, sıkıntılar benim için gerçekten çok zorluydu. Özellikle de trafik… Sonraki senemde bir zorluk yaşamadım. Bu sene ise İstanbul’daki 3. yılım ve sanırım iyice alışmış olacağım.

- Eşinin voleybola ilgisi nasıl?
Eşim de eski voleybolcu, İzmirli. Voleybola Karşıyaka’da başlamış. CEV Cup’ta oynamış ve bir dönem kendisi Avrupa liglerinin en genç liberosu unvanına sahipti. Üniversiteyi İstanbul’da kazanınca voleybola İstanbul’da devam etti. Üniversitede reklamcılık okudu. İş hayatına atıldı voleybolu bu nedenle bırakmak durumunda kaldı.

- Futbola olan ilgin nasıl?
Futbolu çok fazla takip eden biri değilim. Arkadaşlarımla aynı ortamda bulunsam izlerim ama ‘Kim hangi takımda oynuyor?’ diye sorsanız açıkçası yanıt veremem. Çok aşina olduğum bir branş değil açıkçası.

15 Eylül 2009 Salı

‘Futbolcu olacağım’ derken boksör oldum

Fenerbahçe Dergisi Ağustos Sayısı no: 78’de yayınlanmıştır.

Röportaj: Elena Demiryürek

Fotoğraflar: Ahmet Hopyar


22 yaşında gencecik bir adam. Umutları, hayalleri, tertemiz bir yüreğiyle zorlu bir branşta ilerlemeye çalışıyor. Önder Şipal, Bayburt’ta başlayıp Dünya’nın dört bir yanına uzanan boks tutkusunu Fenerbahçe Dergisi’ne anlattı. Önder, Akdeniz Oyunları’nda gösterdiği başarıdan, Olimpiyatlarda elde etmek istediği başarıya kadar pek çok konuda görüşlerini bildirdi. Sosyal sorumluluk projesi kapsamında lösemili çocuklarla ilgili planları ise onun insanlığının başlıca göstergesi oldu. Önder Şipal, çok yönlülüğü ile minik boksörlere örnek olabilecek başarılı bir şampiyon.

- Boks genellikle bir çocuğun “Ben boksör olacağım” diyerek başladığı bir spor değildir. Senin boksa başlama öykün nedir? Seni bu spora en çok çeken şey ne oldu?
1995 yılında Bayburt’ta spor yaz okulları açıldı. Futbol, basketbol, voleybol bunlardan bazılarıydı. Evimiz bu spor okullarının yapıldığı salona da oldukça yakındı. Ben, ağabeyim ve arkadaşlarım bu okullardaki öğrencileri izlemeye giderdik. Ağabeyim de zaten futbol okuluna devam ediyordu. Spor okullarının yapıldığı salonun altında boksörlerin antrenman salonu varmış. İnsanlar torbalara vuruyorlardı. Ben o zaman daha 8-9 yaşındaydım. Onları demir parmaklıkların orada izlemeye başlardım. Antrenörlerden biri yanıma geldi “Boksör olmak ister misin?” diye sordu ben de “Evet” dedim. Sonra bana bir form verdi, o formu doldurdum. İlk yıl boks yaptığımı aileme söylemedim. Onlara ağabeyimi izlemeye gittiğimi söylüyordum. Bir yılın sonunda babam ve annem benim boks yaptığımı öğrendiklerinde çok kızdılar. Boks ile ilgilenmeme ilk başta karşı çıksalar da sonrasında kabul ettiler. Çünkü antrenörüm gidip onlarla konuştu ve geleceğimin bu anlamda parlak olduğunu söyledi. Boksa başlamam tamamen tesadüf oldu. Ağabeyimi izlemeye gittiğimde “Futbolcu olacağım” derken boksör oldum.

- İlk maçını hatırlıyor musun?
1997 senesinde Kastamonu’da yaşım henüz küçük olduğu için minikler şampiyonasında oynatmamışlardı. Çok ağlamıştım. 1998 senesinde ise Siirt’de Türkiye Şampiyonası’nda ilk maçımı Eskişehirli bir boksör ile gerçekleştirdim. İlk senemde miniklerde şampiyon oldum. Boksta minik, yıldız, genç ve büyük olarak zamanlar bulunuyor. Bunlarda belli yıllar geçiriyorsunuz. 2002 yılında yıldızlar takımına geçtim ve 2 sene kaldım. Yıldızlarda oynarken Avrupa Şampiyonu oldum. Genç takımda oynarken hem büyükler hem de genç takımın kadrosundaydım. İkisinde de A takım kadrosundaydım. 17 yaşında Gençlerde Avrupa 3.’sü oldum. Bayburtlu hocam Seyfullah Dumlupınar’ın her zaman üzerimde büyük emeği olmuştur. Kendi çocuğundan daha çok emek vermiştir bana. Milli Takım’daki ve Fenerbahçe’deki hocalarımın da üzerimde büyük yeri vardır ancak Seyfullah hocamın yeri başkadır. Beni tanıyanlar ona “Baba” dediğimi bilir. Olimpiyat şampiyonu dahi olsam onun hakkını ödeyemem. Oğlu, “Önder Ağabey’e benden daha çok ilgi gösteriyorsun” der.


- Fenerbahçe’ye gelişin nasıl oldu?
İlk lisansımı Bayburt Gençlik Spor Kulübü’nden aldım. 2002 yılında yıldızlar kategorisindeydim. Özel izin ile Büyükler Türkiye Şampiyonası’na gittim ve 3. oldum. Bu şampiyonada beni Mert Öztemel fark etti. Bana geldi ve “Gel seni Fenerbahçe’ye alalım” dedi. Hocam “Yaşı henüz küçük, biraz daha büyüsün ben onu Fenerbahçe’ye vereceğim” dedi. Aradan 3 yıl geçti ve ben Fenerbahçe’ye transfer oldum. 2005 yılının sonunda Fenerbahçe Bayburt Boks Şubesi’ni açtı. Ben, kardeşim, Bayburt’taki tüm milli basketbolcular Fenerbahçe’ye geçti. Fenerbahçe’ye transfer olmak bize önemli getiriler kazandırdı. Bunlar maddi imkanların dışında manevi olarak da önemli katkıları oldu. Eskiden lastik ayakkabıyla antrenman yaparken artık en iyi kıyafetlerle maçlara çıkıyoruz. Eskiden antrenmanlarda bir çift eldiven olduğu için bir kişi idman yaparken diğer kişiler aynanın önünde gölge çalışması yapardı. Şimdi imkanlarımız daha iyi. Kendi ayaklarımın üzerinde durmam konusunda Fenerbahçe’nin üzerimde emeği çok büyük.

- Akdeniz Oyunları’nda önemli bir başarıya imza attın… Hazırlanma sürecini ve yaşadıklarını bize anlatır mısın?
Ocak ayından bu yana Akdeniz Oyunları için hazırlanıyoruz. Benim kilomda çok sevdiğim Trabzonlu bir ağabeyim vardı. Kendisi rakibimdi. Ringe çıkınca ağabey kardeşlik kalmıyor. Üç maç yaptık kendisiyle, iki maçı ben kazandım, birini o kazandı. Rekabet başarıyı getiriyor lafı gerçekten çok doğru. Takım olarak çok iyi çalıştık. Parolamız şampiyonluktu. Bir önceki Akdeniz Oyunları’na 10 kişi gitmiştik ve 9 madalya ile dönmüştük. Fransa 1. İtalya 2. biz ise 3. olmuştuk. Bu sefer de parolamız yine şampiyonluk idi. 1-2 sayı ile sürpriz yenilgilerimiz de oldu, kaybettiğimiz maçlarda da hep kafa kafaya kaybettik. En son 3 kişi finale çıktık. İkimiz şampiyon olduk. Hava değişiminden dolayı çok hastalanan oldu. Bazı arkadaşlarımızın ateşleri 39 derecelere kadar çıktı ve o halde maçlara katıldılar. Kondisyonları düştü. Ama takım halinde 3. olduk. Ufak hatalar ve hastalıklar olmasaydı, çok rahat bir şekilde birinci olabilirdik. 20 madalya geldi Akdeniz Oyunları’ndan, 6’sı bokstan oldu. Eğer şanssızlıklar olmasaydı daha da büyük başarılar gelebilirdi.


- Dünya Boks Şampiyonası’na da katılacaksın. Akdeniz Oyunları, Dünya Şampiyonası’nın adeta bir denemesiydi. Bu turnuvaya nasıl hazırlanıyorsun?
Dünya Şampiyonası 1 Eylül’de İtalya’da başlayacak. Akdeniz Oyunları’ndan sonra 1 haftalık bir tatil dönemi geçirdik. Ancak bizim Eylül ayına kadar kamplarımız devam edecek. Tatilde bile memlekete gittiğimizde kondisyon yüklemesi yapılıyor. Yani bizim sezonu bitirip bir ay izin yapmak gibi bir olanağımız olmuyor. Şampiyonalar olmadığında hep kamptayız. Tatillerimiz bile çok kısa süreli oluyor. Birçok yerde kamp yapacağız. Son olarak 30 Ağustos’ta kamplarımız tamamlanacak ve sonrasında Milano’ya gideceğiz. Bizi zorlayan birçok ülke var. Ruslar, Azeriler, Kübalılar ve daha birçok iyi boksörün bulunduğu ülkeler geliyor. Bazen ismini bile duymadığımız ülkelerden bile çok iyi boksörler çıkabiliyor. Boks alanında çok haber yapılmıyor ancak şöyle ki; 2005 yılında 80 ülke arasında ilk 30’a giremedik; 2007 yılında gittiğimizde ise 106 ülke katılmıştı. Biz 12. olmuştuk. Günden güne iyiye gidiyoruz. İki bronz madalya çıkarttık. Bundan sonra altın madalya kazansak çok iyi olur.

- Boksa ne kadar daha devam etmeyi planlıyorsun? Gelecekle ilgili hedeflerin neler?
Her sporcunun hayali Olimpiyat’lara katılıp başarı sağlamaktır. 2008 olimpiyat oyunları için elemelere girdim ancak 64 kiloda şansımı deneyecektim. Ancak bu çok fazla kilo vermeme neden oluyordu. 10 kiloya yakın kilo düşmek zorunda kaldım ve bu da direncimi azalttı. Bir iki hafta içinde o kadar kilo vermek insanı etkiliyor ve karşındaki rakip ne kadar güçsüz olursa olsun ancak 1-2 raunt dayanabilirsin. Ben 69 kiloya çıktım orada mücadele ediyorum. Ocak’tan bu yana 20-25 maç yaptım ve hiçbirini kaybetmedim. Bunun de nedeni normal kilomdan bir iki kilo az olması… Önümüzde Dünya Şampiyonası var ilk hedefimiz orası ama temel hedef, 2012 Olimpiyatları’na gidip orada bir madalya kazanmak istiyorum. Şu anda 22 yaşındayım, 28 yaşına kadar boks yapmak istiyorum. Sakatlık olmadığı sürece boksu seviyorum. Birkaç gün ayrı kaldığımda eksikliğini hissediyorum.

- Boks görünüşte şiddete yönelik bir spor dalı… Sen bu sporu profesyonel olarak yapan bir insan olarak neler söyleyebilirsin?
Boks tabii ki sert bir spor ancak bir futbolcu da topa sert bir şekilde kafa vurabiliyor, bu bizim aldığımız darbeden daha kötü. Biz kask ve dişlik takıyoruz, kask ve eldivenlerimizin içinde sünger olması nedeniyle de alınan darbeler kısmen hafifliyor. Bizim için aldığımız puan önemli, hiçbir boksör rakibini bilerek nakavt edemez. Eskiye oranla boksörler bu sporu artık daha fazlaca teknik olarak düşünüyorlar ve buna göre davranıyorlar. Boksta şöyle bir laf vardır: “Şampiyonu yenmelisin ki şampiyon olasın” ancak kuralarda çekilen rakipler de çok önemlidir, çünkü boksta başarı biraz da şans işidir.

- Gülsüm Tatar ile nişanlısın… Aynı mesleği yapıyor olmanız ilişkinizi nasıl etkiliyor?
Evet, nişanlım da boksör, zaman zaman birbirimizle fikir alışverişlerinde bulunuyoruz. Bu nedenle birbirimizi anlayabiliyoruz ve problem yaşamıyoruz. Genelde ben ona antrenman yaptırıyorum. Herkes boksu bilir onu çıkıp maçta bildiklerini uygular. Mesela onun maçlarını izlediğimde “Şurada şunu yapsaydın iyi olurdu” diyorum. Rakiplerini izlemesini her birinin yaptığı iyi bir hareketi kendisinin de uygulamasını söylüyorum. Çünkü boksta yetenek kadar kopya çekip geliştirmek de önemlidir. Herkesin iyi yaptığı bir parçayı alırsan, sen en iyisi olursun. İkimizde boksör olduğumuz için birbirimizi daha iyi anlayabiliyoruz. Kilo düştüğümüz zamanlarda sinir sistemimiz de zayıfladığı için erken sinirlenebilmek ve karşındakini kolay kırabilmek söz konusu olabiliyor. Ancak ikimiz de boksör olduğumuz için o dönemlerde neler yaşadığımızı anlayıp kolay tolere edebiliyoruz. Yine de oldukça tartıştığımız zamanlar oluyor… Evlendiğimizde evin bir bölümünü ring yapsak ne iyi olur diyorum (Gülüyor). Gülsüm çok sakin, fazla sinirlenmez… Ben kavgalarımız nedeniyle bu kadar yılda 3 telefon ve 1 laptop parçaladım (Bunu da yazın diyor ve gülüyor).


- Ne zaman evlenmeyi düşünüyorsunuz?
Babası ilk yüzüklerimiz takıldığında “Okul bitmeden evlenmek olmaz” dedi. Benim seneye okulum bitiyor, Gülsüm’ün de iki senesi var. Gülsüm’ün ağabeyi, “Ramazan’dan sonra Kasım ayı gibi düğünü yaparız” dedi. Bakalım olursa büyük ihtimalle Kasım’da olacak. Eğer olmazsa okulun bitmesini bekleyeceğiz. Ailenin en küçüğü olduğu için biraz da bekliyorlar…

- Fenerbahçe’nin sokak çocuklarına yönelik bir sosyal sorumluluk projes var. Bu konuda ne düşünüyorsun?
Kadıköy’de rıhtıma doğru yürüdüğünüzde sahipsiz bir sürü çocuk görüyorsunuz. Sokak çocuklarını topluma kazandırmak güzel bir şey. Bunu sadece boks şubesinin değil, tüm şubelerin yapması gerekiyor. Örneğin atletizm… Çocukları toplayıp onları eğitebilir. Belki aralarından çok yetenekli çocuklar çıkacak. Türkiye’deki spor anlayışı gelip kaydolan çocuklara yönelik. Antrenörler kendileri çıkıp aramıyorlar. Bence Türkiye’deki antrenörlerin ve spor anlayışının sorunu bu. Fenerbahçe’nin sokak çocuklarını boksa kazandırması çok takdir edilecek bir şey. Ankara’da başlayan bu aktivite gerçekten önemli. Çünkü o çocukları şampiyonluklar, başarılar, madalyalar kazanırlarken göreceğimize neden birini yararlarken ya da gasp yaparken görelim. Bu pek çok çocuğun hayatını değiştirebilir.

- Senin sosyal sorumluluk anlamında yaptığın bir etkinlik ya da çalışma var mı?
Ben bundan 2-3 ay kadar önce Lösemili Çocuklar Vakfı’nın gönüllü üyesi oldum. Bayburt’ta ekim ayında lösemili çocuklar yararına boks maçı düzenleyeceğiz. Fenerbahçe’den ve diğer pek çok ilden boksörler gelecek, güzel bir organizasyon olacak. Türkiye’de 5000 lösemi hastası çocuk var onlardan 5 yılda 20 tanesi iyileşmiş. Bunun nedenlerinden bir tanesi çocukların burada değil yurtdışında tedavi olması. Orada bir slogan vardı ve beni de çok etkiledi “Yarın sizin de çocuğunuz lösemi olabilir” yazıyordu. Ben Bayburt’daki insanlarımızın da bu konuya duyarsız kalmayacaklarından eminim. Çünkü Bayburt’da bir futbol maçı olduğunda statta en fazla 100 kişi bulabilirsiniz. Bir boks maçında ise 3 bin kişilik salon doluyor. Bayburt’da spor dendiğinde akla ilk boks geliyor.

28 Ağustos 2009 Cuma

Fenerbahçe benim ikinci evim gibi







Fenerbahçe Dergisi 72. Sayı

RÖPORTAJ: ELENA DEMİRYÜREK
FOTOĞRAF: AHMET HOPYAR


O artık Fenerbahçeliler için aileden biri. WNBA'in ve Kanada Milli Takımı'nın oyuncusu olan Tammy Sutton Brown, Fenerbahçe'deki 3. sezonunu geçiriyor. Ara sıra ayrılıklar yaşansa da başarılı basketbolcu "yuvam" dediği Fenerbahçe'ye sezon başında geri döndü. Başarılı basketbolcu aynı zamanda WNBA'de maç başına blogda 10., toplam blokta ise tüm zamanların 6. sırasında yer alıyor. Tammy ile Beylerbeyi Sarayı'nda yaptığımız fotoğraf çekiminin ardından Dereağzı Tesisleri'nde bulunan antrenman salonunda keyifli ve içten bir sohbet yaptık.


- Kariyerinden ve basketbola nasıl başladığından biraz bahseder misin?
8 yıl WNBA'de, 2 yıl Kore'de, 3 yıl da Rusya'da oynadım. Şu anda ise Türkiye'de üçüncü yılımı yaşıyorum. 13 yaşındayken sınıfımdaki herkesten daha uzundum ve her türlü sportif aktiviteye katılırdım. Bunlara voleybol ve beyzbol da dahil… Basketbola ise boyum uzun olduğu için başladım ve çok sevdim.

- Dediğin gibi bu, Fenerbahçe'deki 3. sezonun… Zaman zaman ayrılsan da Fenerbahçe'ye hep geri geldiğini görüyoruz. Bunun temelinde ne yatıyor?
Dürüst olmak gerekirse burayı çok seviyorum. Fenerbahçe'yi, İstanbul'u çok seviyorum. Burada çok güzel zaman geçirdim. Koçumuz ve tüm takım arkadaşlarım herkes mükemmel. Burası benim ikinci evim gibi.


- Takımın durumunu nasıl buluyorsun?
Şu anda Türkiye Ligi'nin bir numarasıyız. Maalesef Noel tatilinden hemen önce Beşiktaş'a yenildik. Şu ana kadar başarılı bir performans gösterdiğimizi düşünüyorum. Takımda harika oyuncular var. Cappie Pondexter da 2 yıl boyunca buradaydı. Dediğim gibi çok yetenekli oyuncularımız var. Şu ana kadar oldukça iyi bir yıl geçirdik. Elbette önümüzde daha koca bir 2. yarı var. Bunun yanı sıra yeni oyuncular katılıyor aramıza… Katie Smith kesinlikle bize çok yardımcı olacaktır. Kendisi harika bir oyuncu ve onunla aynı takımda oynamayı sabırsızlıkla bekliyorum.


- Boş vakitlerini nasıl değerlendiriyorsun?
İdman ve maç programlarımız bildiğiniz gibi çok yoğun. Vakit buldukça restoranlara gidip yemek yemeyi seviyorum. Özellikle Bağdat Caddesi'ndeki restoranları çok seviyorum. Bunun dışında alışverişe giderim. İstinye Park'ı beğeniyorum.

- İstanbul'u nasıl buluyorsun? Alışmak zor oldu mu?
Bence İstanbul'da yaşamak o kadar da zor değil. Her zaman biraz da olsa İngilizce konuşan birilerini bulabiliyorsunuz. Açıkçası buraya gelmeden önce Türkiye hakkında pek bilgi sahibi değildim ama burayı çok sevdim. Köprüden geçerkenki manzara inanılmaz. Belki seneye Boğaz'da bir daire alırım (Gülüyor)… Sadece şaka yaptım. Türkiye'de gerçekten yapacak çok şey var. Anadolu yakasında yaşıyorum ve seviyorum. Alışveriş için ise Avrupa yakası tercihim.

- Türk yemekleriyle aran nasıl?
Türk yemekleriyle aram çok iyi. Köfteyi, baklavayı ve pilavı çok seviyorum.

- Hayvanları çok sevdiğin biliniyor… Bir evcil hayvanın var mı; varsa adı ne?
Bir köpeğim var. Yorkshire cinsi ve adı Bayi. Bayi Korece bir kelime. Ben de köpeğimi Kore'de oynarken almıştım. Bu isim birdenbire aklıma geldi. 4-5 yıldır benimle beraber, küçük çocuğum gibi.


- Profesyonel basketbolcu olmaya nasıl karar verdin?
Biliyor musunuz, aslında üniversiteye gidip orada oynamaya başlayana kadar profesyonel olarak basketbolu düşünmemiştim. Zaten ondan önce WNBA yoktu. WNBA neredeyse 12 yıldır var. WNBA başlayana kadar basketbolcu olacağımı hiç düşünmemiştim. WNBA kurulunca, basketbolu para kazanabileceğim bir kariyer olarak düşünmeye başladım. Basketbol oynamayı seviyordum ve karar verdim. Kararımdan da çok memnunum.

- Ailende profesyonel olarak sporla uğraşan birileri var mı?
Aileme sorarsanız, hepsi evet diyecektir. Ancak bence yok… Gerçi annem ile babam gençliklerinde bir sürü sporla uğramışlar. İkisi de Jamaikalı ve gençken herkes gibi sporla ilgilenmişler ancak profesyonel anlamda değil. Sadece ben varım.

- Lakap olarak "Sinba" diyorlar bunun nedeni nedir?
Sinba, üniversitede başladı. Koçlarımdan biri çıkardı. Hepiniz Aslan Kral'ı izlemişsinizdir. Bir gün idmandaydık. Ben de, koçum da filmi izlemiştik ve koçum birden beni Sinba diye çağırdı çünkü ben filmi çok sevmiştim. Daha sonra bazı taraftarlar da duydu, ve bu internette yayıldı ama dediğim gibi bu çok eskiydi.


- Takım arası arkadaşlık nasıl?
Bu benim burada üçüncü yılım. Nevriye, Esmeral'de yıllardır buradalar. Hepsi çok iyi insanlar. Takımım benim artık ikinci ailem. Tatillerde bile haberleşiriz. Bazen tatilde ülkemdeyken, Esmeral'dan mail alıyorum: 'Bana gelirken şunu getirir misin?' diye. Hepsi benim ailem…

- Takımın oturmuş bir iskeleti var… Şampiyonluklara da çok alışığız. Avrupa'da da başarılı bir grafiğimiz var. Bununla birlikte Fenerbahçe Bayan Basketbol Takımı'nın Avrupa'daki şansı nedir?
Son 2 yıldır hep Play-Off'lara, ikinci turlara yükselmeyi başarmıştık ama Final Four'a bir türlü ulaşamıyorduk. Bu yıl ise şansımız iyi gözüküyor. Euroleague gerçekten çok zor bir lig çünkü Avrupa'nın en iyi takımları ile mücadele ediyorsunuz. Gerçekten ilginç bir maraton olacak. Umuyorum, bu yıl Final Four'a kalmayı başaracağız. Hedefimiz her zaman bu.

- Kanada Milli Takımı'nın ve WNBA'in de oyuncusu olarak oradaki basketbol ile Türkiye'de oynanan basketbolu karşılaştırırsan neler farklı, neler aynı?
WNBA, Milli takım, Avrupa. Hepsinde iyi bir kariyer yaptığımı düşünüyorum. Hepsinin yeri ayrıdır. Milli takımdaki en önemli anım, 2000 yılındaki olimpiyatlardı. Gerçekten dünyadaki en iyi sporcuların bir araya geldiği bir organizasyona katılmak çok heyecan vericiydi. WNBA her zaman zevk vermiştir. Bir artısı da, ailemin ve arkadaşlarımın beni her zaman izlemeye gelebilmeleriydi. Euroleague ise çok rekabet gerektiren bir lig. Avrupa'da gerçekten çok kaliteli oyuncular var. Burada olmaktan ise çok mutluyum.


- Yoğun bir deplasman ve maç trafiği var kendine nasıl zaman ayırıyorsun? Bir kadın için bakımlı olmak önemlidir. Hem sporcu hem bir kadın olarak ikisini yürütmek zor olmuyor mu?
Gerçekten yoğun bir tempo. Türkiye Ligi'nde 7 deplasman ve 3 iç saha maçımız var. Gerçekten bir sürü yolculuk, hepsi farklı maceralar... Gerçekten insanın kendi zamanını iyi ayarlaması gerekiyor. Bazen zaman bulduğumda evde oturup, dinlenmeye çalışıyorum. Vitamin alıyorum. Programımız çok yoğun ama açıkçası yoğun olmayı boş olmaya tercih ederim.


- Televizyonla aran nasıl? Hangi dizileri izlemeyi seviyorsun?

Grey's Anatomy, Law&Order ve Prison Break gibi dizileri izlemeyi çok seviyorum.

- Rutgers da Cappie Pondexter da sen de Matee Ajavon'da aynı okulda okudunuz. Bize onlardan ve okulundan biraz bahseder misin?
Ben onlardan biraz daha büyüğüm, o yüzden onlarla oynama fırsatım olmadı. Cappie gerçekten çok yetenekli bir oyuncu. Burada geçirdiği iki yılda da herkese neler yapabileceğini gösterdi. Henüz daha çok genç ve önünde elde edeceği büyük başarılar var. Matee de gerçekten harika bir oyuncu. İlk yılında çok şeyler öğrendi ve ikinci yılında çok daha iyi olacaktır.

- Kariyerini tamamladıktan sonra ne yapmayı planlıyorsun?
Yazın ülkemde kızlar için basketbol kampları yönetiyorum. Bıraktıktan sonra koçluk yapmak istemiyorum. Çocukları çok seviyorum ve şu an kampları yönetiyorum. İlerde de bu konuda bir şeyler yapmak istiyorum.

6 Şubat 2009 Cuma

Fenerbahçe’nin başarısı her şeyden önemli

Fenerbahçe Dergisi 56. Sayısı

RÖPORTAJ : ELENA DEMİRYÜREK

FOTOĞRAFLAR: AHMET HOPYAR

Fenerbahçe Spor Kulübü amatör branşlara verdiği önem ile Türkiye’de “spor kulübü” misyonunu en iyi şekilde yerine getiren kulüp olma başarısını gösteriyor. Kürek branşında da Fenerbahçemiz yurt içi ve yurtdışı yarışlarda kazandığımız başarılar hem ülkemiz hem de Fenerbahçemiz için önemli mihenk taşlarından oldu. Kürekte ülkemize ve kulübümüze getirilen başarılarda katkısı olan iki genç sporcumuz Neylan Öztürk, Mete Yeltepe bu ay konuğumuz oldu. Fenerbahçe’nin sporlarına ve yaşam felsefelerine olan katkısının yanı sıra gelecekte kazanmak ve kulübümüze kazandırmak istedikleri başarıları anlattılar.

- Fenerbahçe Spor Kulübü’ne geliş öykünüzü bize anlatır mısınız? Neden Fenerbahçe’yi tercih ettiniz?
Neylan Öztürk: Küreğe 2001 yılında başladım. Fenerbahçe’ye ise geçtiğimiz sezon geldim. İyi ve başarılı bir sezon geçirdim. Yurtdışında ve yurt içinde başarılar kazandım, iyi bir performans sergilediğime inanıyorum. Türkiye Şampiyonası’nda bayan branşında tüm başarıları elde ettim. Bu başarının ardından Milli Takıma seçildim. Almanya’nın Münih kentinde gerçekleştirilen Büyükler Dünya Şampiyonası’na katıldım. Orada Türkiye’de yaptığımızdan daha zor yarışlara katıldık Benim kategorim none-olimpik buna karşın 23 ülke sporcusu ile yarıştım ilgi çok fazlaydı. Geçtiğimiz yılın Dünya Şampiyonları benim katıldığım yarışta mücadele ettiler. Yapabileceğimin en iyisini yaptığımı ve sınırlarımı zorladığımı düşünüyorum. Antrenörümün direktifleri doğrultusunda iyi bir performans sergiledim. Fenerbahçe’yi de ülkemi de en iyi şekilde temsil ettiğimi düşünüyorum. Bundan sonraki uluslararası yarışlarda daha da iyi olacağım.

Mete Yeltepe: Küreğe 2001 yılında Beşiktaş’ta başladım. Gençlerde üst üste Balkan Şampiyonluğu’nu kazandım. Üst üste Dünya Şampiyonası’nda finale kaldım, geçen sezonda Dünya üçüncüsü oldum. Hedeflerimin yükselmesi ile birlikte 2006 sezonunda Fenerbahçe’ye geldim. Fenerbahçe’nin bana kattıkları ve benden beklentilerin artması ile hedeflerimi üst seviyelere çıkarttım. Fenerbahçe’ye başarı kazandırmak temel hedeflerimden biri haline geldi. Hocalarımda bu hedefleri başarabileceğimi söylediler. Hem Türkiye’ye hem de Fenerbahçemize büyük başarılar kazanabilmek için çok fazla çalıştım. Ağır ve yorucu idmanlar yaptım ve kendimi en iyi şekilde yarışlara hazırladım. Ancak yine de şu anda istediğim yerde olduğumu söyleyemem bunun çeşitli nedenleri olabilir. Dünya Kupası Büyükler Finali’ni 7 salise ile kaçırdım. Geçen sene 3. olduğum yarışa bu sene birincilik için gittim. Ancak olmadı. Bu yıl hedeflerim çok daha büyüdü. En iyisi olabilmek için geçtiğimiz yıldan daha da çok çalışacağım. Bu yıl A büyüklerdeyim. Dünya Büyükler Şampiyonası’na gidecektim ancak son yarışlarda istediğim dereceyi elde edememem ve bundan dolayı moralimin bozuk olması nedeniyle bu yarışlara katılmama kararı aldım. Ama burada Fenerbahçe camiasına ve bana inanan herkese şunu söyleyebilirim: Gelecek yıl Dünya şampiyonu olabilmek tek hedefim. Fenerbahçe’nin bana kattıkları göz önüne alınacak olursa Fenerbahçe ve Türkiye için bu madalyayı kazanmak istiyorum.


- Niye ikinizde küreği seçtiniz?
Mete: Ben okul yıllarımda atletizm ile ilgileniyordum. Benim ailem sporcu bir yapıya sahip. Okul yaşantısından bunalmaya başladığım dönemde kuzenim kürekle ilgileniyordu ve onun da teşvikleri ile küreğe başladım. Ayrıca arkadaş grubum da küreğe ilgi göstermeye başlamıştı. Benim küreğe başlamam bir heves ve hobi edinme ihtiyacından kaynaklanıyordu. Performans sporlarına yatkın olmam ve hocalarımın da katkısı benden beklentilerinin yükselmesi ile milli takıma seçildim. Bu durum benim hedeflerimin de büyümesine neden oldu. Açıkçası işlerin buraya geleceğini küreğe başladığımda hayal dahi edemezdim. Küreğe başlamadan önce derslerime çok önem verirdim. Ama kürek zamanla tüm hayatımı ele geçirdi ve tüm hayatım spor oldu.

Neylan: Benim annem beden eğitimi öğretmeni. Küreğe gelene kadar birçok spor ve sanat dalıyla uğraştım. Ama hiçbirini ciddi olarak düşünmedim, bunun ışığında da profesyonel olmak aklıma bile gelmedi. Sonrasında Tuzla’da bulunan evimizin yakınlarında kürek sporu yapılıyordu. Küreğe neredeyse kışın ortasında başladım ve hava şartlarını düşünmeksizin kürek antrenmanlarına gider oldum. Tuzla’daki antrenörlerimden biri minyon yapılı olduğum için küreği yapamayacağımı söyledi. O andan itibaren birazda inat uğruna küreğe daha çok vakit ayırmaya başladım. O yılın sonunda milli takıma girmeye hak kazandım. Balkan Şampiyonası’nda 3. oldum. Bu başarının ardından devam etmem gerektiğini hissettim. Burada ailemin desteğini yadsıyamam. Çünkü küreğe başladığım dönemde üniversite sınavlarına da hazırlanmam gerekiyordu. O dönemde hedeflerimi belirlemem gerekiyordu. Spor ve okulu bir arada götürmek istediğinizde hedefleriniz ciddi anlamda değişebiliyor. Ama ben istediğim hedefe ulaştım. Hem üniversite okumak hem de kürekte başarılı olmak istiyordum. Bu açıdan bakıldığında hedeflerime ulaştım. Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünü kazandım. Sonrasında da ikisi bir arada yürüdü ve üniversiteyi de bitirdim.

- Mete, senin üniversite eğitimin ne durumda?
Marmara Üniversitesi Beden Eğitimi Öğretmenliği’nde okuyorum ama bitirebileceğime açıkçası ihtimal vermiyorum. Bir işi yaptığımda sonuna kadar götürmek gibi bir eğilimim var. Kürekte kazandığım başarılar göz önüne alındığında spor mu okul mu dedikleri zaman düşünmeden küreği seçerim. Sporda kazandığım başarılar ve küreğe olan sevdam nedeniyle ABD üniversitelerinden gelen teklifleri de düşünmeden reddettim. Çünkü eğer gitseydim kürek ikinci planda kalacaktı. Kürek daha ağır bastı. Ama bazen keşke okulu bitirmek için küreğe biraz daha az önem verseydim diyorum. Elimde bir diploma olması gerektiğine inanıyorum. Umarım okulumu bitireceğim.


- Günde kaç saat antrenman yapıyorsunuz?
Mete: Genelde sabah ve akşam olmak üzere çift idman yapıyorum. Antrenmanlarımız ağır olduğu için ben sabah idmanı sonrasında dinlenmeyi tercih ediyorum. Çünkü başka bir işe konsantre olamıyorum ama bazı arkadaşlar iki idman arasında okullarına gidebiliyorlar. Ben idmanlardan arta kalan zamanımda kendime ve aileme yardımcı olmaya çalışıyorum. Şu anda spordan başka bir şeyle uğraşmamayı tercih ediyorum.
Neylan: Fenerbahçe adına mücadele etmek için seçildiyseniz profesyonel olmanız gerekiyor. Dahası hedeflerinizi hep üst düzeyde tutmanız ve bunun için çalışmanız şart. Ben de Fenerbahçe’ye geldiğimden bu yana idmanlarımı iki kat arttırdım. Fenerbahçe’ye geldiğimde okulumun da son senesiydi ve bitirmeyi çok istiyordum. Burada sabah antrenmanı yapıp koşarak okula gidiyordum, okuldan sonra da koşarak antrenmana gidiyordum. Verimim azalıyordu ama antrenörlerimin de hoşgörüsü vardı. Çünkü okulumu bitirmek zorundaydım. Şimdi artık okulumu bitirdim ve rahatım ama yüksek lisans yapmak da istiyorum. Ama şu anda küreğe konsantre olacağım ve daha disiplinli çalışacağım. Yurtdışında başarı kazanmak için yurtdışı kriterlerine göre çalışmak gerekiyor. Bunu uluslar arası yarışlarda mücadele ettiğinizde daha iyi anlıyorsunuz. Yarış sırasında keşke daha çok çalışsaydım diyorsunuz. Bunları dememek için bu sene daha çok çalışacağım ve işi daha sıkı tutacağım.

- Hedefleriniz neler? Bundan sonrası için ne düşünüyorsunuz? Kürek devam mı edecek yoksa bir yerde bırakmalıyım mı diyorsunuz?
Mete:
Fenerbahçe’ye geldiğimde şampiyonluk tek hedefimdi hatta şampiyonluğu kaçırdıktan sonra “Bırakıyorum, buraya kadarmış” dedim. Çünkü kürek, siz ne kadar çalışırsanız çalışın yine de nankör bir spor. Kürekte şansınızın da olması gerekiyor. Çok iyi çalıştığınız bir yarışta su bozuk olabiliyor başka etkenler ortaya çıkabiliyor ve hedefinize ulaşamıyorsunuz. Bunun farklı farklı sebepleri var. Kulübüm bana çok büyük destek verdi ama ben gittiğim yarışta beni götürenlerden aynı desteği alamadım. O yarıştan sonra “Hiçbir yarışa gitmeyeceğim, küreği bırakıyorum” dedim. Ama yapamadım. Aslında hedeflerim arasında okulumu bitirmek istiyorum. 4. yılım ve hala bitiremedim ama bu okula gidememekten kaynaklanıyor. Ben her şeyimi antrenmana göre ayarlardım. Antrenmanlar benim için çok önemliydi. Aslında okula gidememe sebeplerimden biride ticaretle uğraşıyordum. Bu seneki hedefim için de elimden geleni yapıp çok çalışacağım.
Neylan: Eğitimime devam etmek istiyorum. Yüksek lisans yapmayı düşünüyorum ama küreği asla bırakmayı düşünmüyorum. Çünkü final çekmeyi istiyorum bu hedeflerimde var. Buna karar vermem çok ilginç bir şekilde oldu. Dünya şampiyonasında bir Fransız rakibim vardı. O 33 yaşındaydı bense 23 yaşındayım. Onunla konuştum ve kendi rakibim neredeyse beni motive etti diyebilirim. Beni elemişti. Gittim ve ‘Bunun mucizesi nedir’ diye sordum. Bana ‘Daha çok yenisin’ dedi. ‘Ben senin yaşlarında yarışa girememiştim’ dedi. Bu beni çok motive etti. Final çekmek istiyorum. Ben o finali çekene kadar beni o kürek parkurlarında göreceksiniz. 30 yaşıma gelsem de o finali çekeceğim. “Yaşın geldi bırak” laflarına aldırmayacağım. Hatta en uzun kürek çeken bayan bile olabilirim Türkiye’de…


- Neylan, senin Tuzla’da bir huzur evinde gönüllü çalıştığın söyleniyor. Bu durumu biraz anlatabilir misin?
Evimizin yakınlarında KASEV kuruluşuna annemle beraber ziyaretlerimiz oluyordu. Tuzla’da kaldığım zamanlarda oraya gidip yaşlılarla sohbet ediyordum. Huzurevi tarzında bir yer. Ancak yoğunluktan dolayı bu yıl ancak bir veya iki kere gidebildim maalesef. Orada çok yakın arkadaşlıklar kurduk. Oradaki insanların istedikleri kendileri ile sohbet edecek ve ilgilenecek birileri. Gidemediğiniz zaman üzülüyorlar, onları sık sık ziyaret etmek gerekiyor.
- Güzellik yarışmasına katıldığını da biliyoruz…
Bu, geçtiğimiz yıl sezon bitişine denk gelen bir süreçti. Sezon bitince boşluğa düşüyorsunuz. Üniversite kapsamında Miss University’ye katıldım. Annemin de teşvikleri yadsınamaz, onun desteği ile bu yarışmaya başvurdum. Hiç beklemiyordum ama finale kaldım. Sezon başlayıncaya kadar devam etti. Yarışama iptal oldu. Belli idari sebepler ve mahkemeler falan oldu. Ben de bu olayları görünce hemen yarışmadan çekildim.

- Bu yoğun tempoda özel hayatınıza nasıl zaman ayırıyorsunuz?
Mete: Ben vakit ayıramıyorum. Haftanın bir günü antrenman olmuyor. O da pazartesi günleri. Fakat o da cumartesi ve pazar günleri çok yoğun bir şekilde antrenman yapmış olduğumuzdan dolayı pazartesi günlerini dinlenerek geçiriyoruz. Özel hayatınız olmuyor. Sadece kürek. Eğer okulunuz varsa okul, işiniz varsa iş. Diğer sporlar gibi değil bizim sporumuz. Sürekli antrenman yapmanız gerekiyor. Basketbol da ya da futbolda olduğu gibi değil. Orada koşarsınız, basket atarsınız ya da çok güzel bir gol pası verirsiniz, gol atarsınız bir hareket yaparsınız haftalarca ya da yıllarca değerden düşmezsiniz ama bizde öyle değil. Antrenman yaparak veya performans sergileyerek bir şeyler kazanıyorsunuz. Bu antrenmanlar rakibinizden ya da kendi takım arkadaşlarınızdan birinden daha fazla çalışmanız sizin bir adım daha öne geçmenizi sağlıyor. Onun için antrenmandan başka çaremiz yok bizim. Sürekli antrenman yaptığınız için açıkçası kendi adıma konuşayım benim psikolojim bozuldu. Antrenmanla alakalı. Çünkü benim branşım tek ve bu da kendinizin rakibi olduğunuzu gösteriyor. Türkiye’de zaten rakipleriniz yok. Kendinizi sıkıştıran bir rakibiniz olsa bile sıkışmıyorsunuz. Ona göre kendinizi ayarlıyorsunuz. Ama yurt dışında öyle değil. Gerçek rakipler orada. Burada kendinizle savaşıyorsunuz. Bunu kadar zor bir şey yok. Bu durum nedeniyle bir gün çok güleç oluyorum, insanlar benle sohbet etmeye doyamıyorlar. Diğer gün yüzlerine bile bakmıyorum. Bu da antrenmandaki performansıma göre değişiyor. Ben küreğe çok şey verdim. Birazda kürek bana bir şeyler versin. Başarılı olmak istiyorum ve olacağımda.

Neylan: Kesintisiz antrenman yapmak bir yerden sonra insanı zorluyor. Benim ailem şu anda burada ama ben ailemi bir kez ya da haftada iki kez görebiliyorum. O da olmuyor doğrusu psikolojik olarak çok fazla ihtiyaç duyduğum zaman gidiyorum. Neyse ki benim üniversite hayatım oldu. Mesela ben hiçbir zaman bahar şenliğine gidemedim. Arkadaşlarımla tek tük gezebilmişimdir. Bunlardan ödün verince bir şeyler olacak diyorsunuz ama yine arkalarda kalıyorsunuz. Rakiplerime çok sordum “Bunun formülü nedir?” diye. Anlattıklarından dolayı oradaki şartlar olduğuna karar verdim. Mesela orada üniversite okumanıza gerek yok. Tabii ki okursunuz ama spor okursunuz. Ya da kulübünüz veya federasyonuz her şeyinizi karşılıyor. Gelecek kaygınız olmuyor orada. Tabii ki de sadece sporla uğraşmak profesyonel anlamda çok isterdim ama olmayacak hiçbir zaman. Çünkü gazeteleri açtığımda hiçbir zaman kürek sayfasını göremeyeceğim. Gördüğüm zaman olacağım ya da benden sonrakiler olacak. Ama kürekte kazanılan başarıları görmeyi çok istiyorum. Bizim de yut dışı başarılarımız gazete sütunlarında bir satırdan ibaretti.

- Fenerbahçe’nin hayatınızda ki yeri nedir?
Neylan: Hayatımızın çoğu burada geçiyor. Evimiz gibi oldu artık. 100. yılımızda şampiyon olmayı çok isterdim. Hepimizin kulübümüze yeni sezon için bir borcu olduğunu düşünüyorum. Bize verdikleri geri ödeyeceğiz. Bu yük kaldı üzerimizde ama daha da hırslıyız. Ama önümüzdeki sezon hiç fire vermeden şampiyon olacağız. Onu hedefliyoruz. Zaten biz bayan takımı olarak hiç fire vermedik.
Mete: Fenerbahçe’nin yeri ayrı tabii. Sonuçta bu kulüptesiniz. Bu kulübün ekmeğini yiyorsunuz. Bunun için antrenman yapıyorsunuz. Ben Fenerbahçe’ye yeni geldim. Beş ya da altı sezon Beşiktaş’ta kürek çektim. Beşiktaş’ta olsam bile Fenerbahçeliydim. Küçüklüğümden beri Fenerbahçeliyim. Beşiktaş’ta başlamamın nedeni ise evime yakın olmasıydı. Lise dönemimde okuluma da yakındı. Fenerbahçe’ye gelmeyi çok istedim ve geldim. Fenerbahçe’nin 100. yılında şampiyon olmayı çok istiyordum. Ama Dünya Şampiyonası’nda hedeflerim gerçekleşmediği gibi buradaki hedeflerimde gerçekleşmedi. Kendi takımımda da şampiyonluk yaşamadım. Ama büyük bir takımda ve önemli bir yılında şampiyon olmayı çok istiyordum. Türkiye Şampiyonası’nda dört yarışa girdim ve dördünde de Türkiye Şampiyonu oldum. Ama sevinemedim. Dünya Şampiyonası’nda da bunun acısını yaşadım. Aslında biz şampiyon olduk ama en önemli şampiyonluğu verdik. Galatasaray’ın kürekçilerinin boy boy resimleri çıktı şampiyon oldular diye. Ama aslında öyle bir şey yok. Galatasaray sadece kürekte en önemli yarışı kazandı o kadar. Önemli şampiyonluğu elde etti. Biz bütün branşlarda şampiyonluğu aldık. Gençlerde, büyük A’larda büyük B’lerde ve bayanlarda mevcut tüm kategorilerde şampiyon olduk. Ama Erkekler büyük A’lar da şampiyonluğu verdik. Biz elimizden geleni yaptık. Ama olmadı. Şampiyonluk olmadan da küreği bırakmak istemiyorum. Bence bu hepimize ders oldu. Yeni sezonda fire vermeden tüm yarışları kazanıp tüm şampiyonlukları kazanacağız.

Ozan Bayülken: “Disiplin başarıyı getiriyor”

Mete Yeltepe: Mete, şu anda uluslararası üst düzey yarışlarda başarı şansı olan ve gelecek vadeden bir sporcu. İki kez Balkan Şampiyonu oldu. 23 yaş altında 2006 yılında Dünya Şampiyonası’nda bronz madalya kazandı. 3 kez A Final çekti. Bu sene Dünya Kupası’nda 7 salise ile yarı finali kaçırdı. Bu neticelerle tartışmasız Türkiye’nin en iyi kürekçisi. Antrenmanı seven, takım içinde liderlik yapma yeteneği olan bir sporcu. En zayıf yönü, moralinin çok çabuk bozulması ve konsantrasyonunu kaybetmesi. Fenerbahçe’ye transferinden sonra federasyon tarafından dışlanmasına, hatta bir dönem milli takıma alınmamasına rağmen antrenmanlarını hiç aksatmadı, spor disiplini üst düzeyde. Tüm çabalarımıza rağmen bu sene Dünya Şampiyonası’nda olimpik sınıflarda yarışacak bir ekibe konmayınca, teknik ekibimiz tarafından Büyükler Dünya Şampiyonası’na gitmesine gerek görülmedi. Federasyonun bu tercihi belki de Türkiye’nin kürekte olimpiyat vizesini kaçırmasına neden oldu çünkü Mete’nin yerine yarışan sporcular son sıralarda yer aldı. Henüz 23 yaşında ve hafif kilo kategorisinde Türkiye’ye mutlaka bir Dünya Şampiyonası madalyası getireceğine inanıyorum.

Neylan Öztürk: Bu sezon başında Fenerbahçe’ye transfer oldu ve ilk defa bu sezon gerçek anlamda kürek antrenmanı yaptı. Daha önceki 2 sezonda bir kürek antrenörüyle değil, aerobik antrenörüyle çalışıyordu. Bu yıl ilk defa katıldığı Dünya Kupası’nda C finalde 1., Dünya Şampiyonası’nda C finalde 4. oldu. Çok hırslı, konsantrasyonu yüksek ve disiplinli bir sporcu, antrenman devamlılığı üst düzeyde. En önemli eksiği uluslararası yarışlarda gerekli tempoya çıkamaması ona rağmen bu sene Dünya Şampiyonası’nda aldığı derece Türkiye’nin bayanlarda bugüne kadar almış olduğu en iyi derece. Sezon başı kendi kilosuna uygun bir tekne alınarak kendisine tahsis edildi. Bu sene hedefi Dünya Şampiyonası’nda yarı final çekmek olacak.

3 Şubat 2009 Salı

Altyapıdan kaptanlığa: Nalan Ramazanoğlu

Fenerbahçe Dergisi 56. Sayı
Röportaj: Elena Demiryürek
Fotoğraflar: Ahmet Hopyar

Bir takıma kaptanlık etmek bir savaşta komutanlık yapmakla neredeyse aynı anlamı taşır. Nalan Ramazanoğlu da Fenerbahçe Bayan Basketbol Takımımızın kaptanı olarak bu takımı komuta ediyor. Bir kaptanın üzerine düşen tüm görevleri eksiksiz yerine getirmeye çalışan kaptanımız bu görevdeki ikinci sezonuna hazırlanıyor. Kaptanlığın getirdiği zorlukları, takımımızın yeni sezon hazırlıklarını, özel hayatını Nalan Ramazanoğlu Fenerbahçe Dergisi’ne anlattı.

- Basketbola başlama hikayenizi bize anlatabilir misiniz?
Basketbola 1995 -1996 sezonunda tamamen tesadüf eseri başladım. Benim basketbola başladığım sezonda yaşıtlarım yıldız takımdaki son yıllarını oynuyorlardı. 16 yaşındaydım. Klasik olacak ama çok çalışarak aradaki farkı kapattım. İkinci senemde hem A hem genç takımda oynadım. Altyapıdan geldim ama aslında alt yapım yok. Yani küçük takım ya da genç takımda oynamadım yıldız takımda ise oynadım ile oynamadım arasında bir şey oldu. A takım maceram başladı. Bu Fenerbahçe’deki 12. sezonum ve 11 sezondur A takımdayım.

- Fenerbahçe’nin altyapısından yetişip kaptanlığa kadar yükselmeyi başardınız. Bu konu ile ilgili olarak ne söyleyebilirsiniz?
Ben daha önce uzun bir süre yardımcı kaptanlık yaptım. İki yıldır da kaptan olarak takımın başındayım. Üst düzey oyuncularla aynı takımda oynadığınız için aslında kaptanlığın çok da zorluğu yok. Ancak onun dışında kendi içinde zorlukları tabii ki oluyor. Herkes kendi görevinin bilincinde oluyor. Daha çok gençlerle ilgilenmek durumunda oluyorsunuz. Çünkü onlar A Takıma ilk defa çıktıkları için, doğruyu yanlışı göstermek açısından uğraşıyorum. Yaz döneminde onlarla ilgileniyorum. Bunun dışında bir zorluğu bulunmuyor.



- Fenerbahçe gibi büyük bir takımın kaptanlığını yapmak zor olsa gerek. Kaptanlığın size getirdiği yükümlülükler nelerdir?
Fenerbahçe gibi büyük bir kulübün kaptanlığı yapmak evet zor bir durum. Özellikle geçen sezonun 100. yılımız olduğu göz önüne alınırsa daha da büyük başarılar bekleniyordu bizden. Beklentinin bize verdiği bize bir baskısı oldu. Bu baskı da geçtiğimiz yıl play – off maçlarında Beşiktaş ile oynadığımız maçlara yansıdı. Çünkü biz daha kolay geçeceğimizi düşünüyorduk. Ancak o baskı durumun başa baş gelmesine neden oldu. Ancak gerçekten işinde ciddi anlamda profesyonel olan kişilerle çalıştığımız için kaptanlık yapmak o kadar da zor olmuyor. Takım içinde her hangi bir sorun çıkmamasının bir nedeni de Zafer Kalaycıoğlu’dur.

- Önemli maçlar öncesinde takımı nasıl motive ediyorsunuz?
Büyük maçlar öncesinde biz bir kamp dönemi geçiriyoruz. O kamplarda öğle yemeğinin ardından küçük toplantılar yapılıyor. O sırada motivasyon konuşmaları yapılıyor. Maçta herkesin elinden gelenin en iyisi yapması gerektiğini konuşuyoruz. Bu tip konuşmaları genç oyunculara daha çok yapıyoruz çünkü onların böyle motivasyon konuşmalarına çok ihtiyacı oluyor.

- Büyük maçlar öncesi antrenmanlar nasıl geçiyor?
Antrenman normal maçlardan daha sert geçiyor. Özellikle 5’e 5 yapılan antrenman maçlarında daha çok sertlik ya da daha çok sinirlenenler oluyor. Çünkü herkes kazanmak istiyor. Bu nedenle maçlardaki motivasyonumuzu antrenmanlarda kazanıyoruz. O hırsla maça çıkıyoruz.

MEVKİİ DEĞİŞİKLİĞİ BAŞARIYI GETİRDİ

- Basketbola başladığınızda 4 numara oynuyordunuz şu anda ise 2 ya da 3 numara oynuyorsunuz. Bu değişikliğin hikayesini bize biraz anlatabilir misiniz?
Ben uzun boyluyum ve pivot mevkiinde oynuyordum. Ancak 2000 yılında Zafer Kalaycıoğlu’nun takımın başına geçmesiyle bu durum değişti. Beni forvet pozisyonuna çekti. Ancak altyapımın ve temelimin olmaması beni ilk başlarda çok zorladı. Ama bunun üstesinden gerçekten çok çalışarak geldim. Şut seviyem düzeldi. Yeri geldiğinde 4 numara da oynuyorum. Ancak uzun boylu olarak 2 ve 3 numarada oynamak ciddi anlamda bir avantaj.

FENERBAHÇE BİR AVRUPA TAKIMI… AVRUPA’YA GİTMEYE GEREK YOK

- Kariyer planınızda Avrupa’ya gitmek var mı?
Avrupa’ya açılma şansım oldu ama benim en büyük hedefim Fenerbahçe’de basketbolu bırakmak. Yani fiziğim ve yaşım el verdiği sürece Fenerbahçe forması giymek istiyorum. Bu da sanırım bir ilk olacak. Fenerbahçe’de başlayıp Fenerbahçe’de basketbolu bırakmak en büyük hedefim. Fenerbahçe’de en iyi şekilde kaptanlık görevini yerine getirmek istiyorum. Zaten Avrupa olarak baktığınızda Fenerbahçe’de Avrupa takımı. Türkiye’de zaten bu seviyedeki en üst düzey takım Fenerbahçe. Zaten Türkiye’de Fenerbahçe dışında bir takımda oynamayı düşünmüyorum. Avrupa için de Fenerbahçe Avrupa’nın en iyilerinden biri. Fenerbahçe’de Avrupa takımı onun dışında bir tek hedef NBA kalıyor. Onu da düşünmüyorum.

- Fenerbahçe’nin Avrupa hedefi yeni sezonda nedir?
Geçen yıl çok iyi bir yerde bitirdik. Daha da iyi bir yerde bitirebilirdik ama Caferağa’da talihsiz bir maç kaybettik. Ancak bu sezon daha iyi bir kura çektik. Geçtiğimiz yıl çektiğimiz kura ölüm grubu olarak geçiyordu. Bu yıl daha iyi bir kuraya düştük. Bunun avantajlarını kullanmak istiyoruz. En az final – four’a kalmak istiyoruz. Takım kadrosu yabancılar da dahil olmak üzere geçen yılın neredeyse aynısı. Herkes birbirini tanıyor oyun şeklini biliyor. Uyum sorunu yaşamadan iyi bir başlangıç yapacağımıza inanıyoruz. 100. yılımızda olmadı ama bu yıl final – foura kalmak istiyoruz. Yeni sezonda Türkiye için bir şey söylemeye gerek yok. Bence yine şampiyonluk yine şampiyonluk demek istiyorum. Bu yıl 100. yılımızla ilgili bir kupamız daha kaldı. Cumhurbaşkanlığı Kupası onu da alıp sezona yeni bir başlangıç yapmak istiyoruz. Parolamız şampiyonluk.
- Hızlı ve yoğun bir temponuz var bu süre zarfından evliliği nasıl yürütüyorsunuz?
Eşimin de sporcu olması bu evliliğin yürümesindeki en büyük etken. Çünkü sizinle aynı dili konuşuyor. Antrenmanın, deplasmanın ne olduğunu biliyor. Karşınızda sizi anlamayan bir insan olsa evliliğin yürümesi zorlaşırdı. Birbirimizi az görüyoruz. Onun maçları oluyor, benim maçlarım oluyor. Deplasmanlar, antrenmanlar falan derken neredeyse haftada 1 gün falan görüşebiliyoruz. Yaz aylarında daha fazla vakit geçiriyoruz.

- Ev işlerini nasıl hallediyorsunuz?
Yemek yapıyorum. Ev işlerinde bir yardımcımız var. Anneme de burada teşekkür etmek istiyorum. Çünkü mümkün olduğu kadar bana yemek yaptırtmamaya çalışıyor. Çünkü bizim idmanlarımız ağır geçtiği için yemek yapmak bile benim için zor oluyor. Çünkü iki idman arasında eve gelip dinlenmek, gelecek idmana hazırlanmak o arada da yemek yapmak ciddi anlamda zor. Ben iki – üç saati bulan bir idmanım var zaten. Annem bu nedenle bana çok yardımcı oluyor.

- Bebek sahibi olmak planlarınız arasında var mı?
Çocuk istiyoruz ancak şu anda planlarımızda bulunmuyor. Henüz bizim için erken olduğunu düşünüyoruz.

TARAFTARIMIZIN DESTEĞİ BİZİ MOTİVE EDİYOR

- Basketbolda alışık olunmadığı kadar iyi bir izleşici ve taraftar grubumuz bulunuyor. Taraftarlarımız hakkında ne düşünüyorsunuz?
Taraftarlarımızın hakkı gerçekten ödenmez. Onlara söyleyebilecek çok da bir şey yok. Bilinçli ve destek olan bir taraftar kitlemiz var. Onlarla gurur duyuyorum onlar da inanıyorum ki bizimle gurur duyuyorlar. Avrupa maçlarımızı henüz kesinleşmemekle birlikte Abdi İpekçi’de oynayacağız. Biraz uzak ama ben inanıyorum ki bizi orada da yalnız bırakmayacaklar. Biz onlarla maç kazanıyoruz. Onlar bizi gerçekten havaya sokuyorlar. Bunu unutmasınlar ve her maçımıza gelsinler.

Zafer Kalaycıoğlu: “Uzun yıllar kaptan kalacak”

Ben 2000 yılında Fenerbahçe’ye geldiğimde Nalan, pivot oynuyordu. Onu forvet pozisyonuna çektik. 3 numaradaki pozisyonu giderebilecek bir oyuncu haline geldi. Ama 2 yıl önce geçirdiği sakatlık onun Milli Takım’da yer almasını zorlaştırdı. Şu anda Milli Takım’da oynayabilecek durumda. Bu yapılan çalışmaların ilerleyen yıllarda boşa gitmeyeceğine inanıyorum. Şu andaki kadroda en uzun süredir çalıştığım oyuncu konumunda. Bu nedenle kaptanlık vasıflarını elde etti ve kaptanlığa kadar yükseldi. Kariyeri boyunca burada olduğu sürece iki kaptanla çalıştı ve onlardan çok şey öğrendi ve bu da kaptanlığına yansıyor. Fenerbahçe gibi bir camiada kaptan olarak sahaya çıkmak büyük bir onur. Gereken fedakarlıkları yapıyor ve oyuncularla diyaloglarını da çok iyi tutarak görevini yerine getiriyor. Uzun yıllar Fenerbahçe’de kaptanlık yapacağına inanıyorum. Sahaya girdiğinde çok büyük bir savaşçı kimliğine bürünüyor. Bu özelliği herkes tarafından biliniyor.

Ali Peçen: Başarıya kenetlendik

Fenerbahçe Dergisi 56. Sayısı
Röportaj: Elena Demiryürek
Fotoğraflar: Ahmet Hopyar

Fenerbahçemizin yeni transferlerinden ve Türk voleybolunun yetiştirdiği önemli isimlerinden biri olan Ali Peçen, bu yıl Erkek Voleybol takımımızda görev yapacak. Kendisiyle yaptığımız söyleşide 1969 doğumlu başarılı voleybolcu, en büyük hedefin Fenerbahçe ismine yakışır bir şampiyonluğu bu yıl kulübümüze getirmek olduğunu söyledi.
Voleybol, bir takım oyunudur. Tıpkı diğer takım sporlarında olduğu gibi kenetlenme duygusu başarıyı getirir. Takımda görevli oyunculardan, teknik ekibe kadar her şey başarıyı getirir ancak her zaman olduğu gibi taraftarın varlığı bu başarının en önemli parçasıdır. Fenerbahçe gibi 100. yılını kupalar ve büyük zaferlerle taçlandırmış bir kulübün voleybol takımının da aynı oranda başarılı olması, olmazsa olmazlardandır.
Fenerbahçemizin yeni transferlerinden ve Türk voleybolunun yetiştirdiği önemli isimlerinden biri olan Ali Peçen, bu yıl Erkek Voleybol takımımızda görev yapacak. Kendisiyle yaptığımız söyleşide 1969 doğumlu başarılı voleybolcu, en büyük hedefin Fenerbahçe ismine yakışır bir şampiyonluğu bu yıl kulübümüze getirmek olduğunu söyledi.
1984 yılından bu yana voleybol oynayan Ali Peçen, Fenerbahçe’yi tercih etmesinin nedenlerini şöyle açıkladı: “Ben kendimi bildim bileli Fenerbahçeliyim. Fenerbahçe’den teklif gelince tereddütsüz kabul ettim. Çünkü voleybol konusunda hedefleri büyüktü ve benim oynadığım pozisyonda boşluğu bulunuyordu. Fenerbahçeliliğin de getirdiği bir sevgiyle birlikte bu teklifi geri çevirmem düşünülemezdi. Sarı – Lacivert renklerin başarısı ve bu başarıda katkı sahibi olma arzusu ağır bastı.”
Küçüklüğünden beri Fenerbahçeli olmasının yanı sıra futbola da ilgisinin yüksek olduğunu söyleyen Ali Peçen, voleybola geç başlamasının nedeninin de futbol sevgisi olduğunu söyledi. Peçen “Futbol ağırlıklı bir spor anlayışım vardı ve bu spora merak duyardım. Voleybola başlamam da bu nedenle 14-15 yaşımı buldu” diye konuştu.

“FENERBAHÇE VOLEYBOLDA ÇIĞIR AÇAR”

Fenerbahçemizin son yıllarda voleybola verdiği önemin ve belirlenen hedeflerin başarıyı şekillendireceğine inanan Ali Peçen, “Fenerbahçe yönetimi son yıllarda voleybolda başarı konusunda çok istekli. Şampiyon olmak kolay değil ama başarı arzusu bu hedefi gerçekleştirmemizde büyük önem taşıyor. Geçmişte olan şeyleri geçmişte bıraktık ve bu sezon için büyük umutlarla sezona başlıyoruz. Kulübümüze ilk kez bu alanda bir şampiyonluk yaşatmak istiyoruz. Bu takım için sarf edilen çabaları boşa çıkartmamak için mücadele edeceğiz. Fenerbahçemizin voleybolda kazanacağı başarı, Türkiye’de voleybola bakış açısını da değiştirecek. Daha büyük ilgi oluşacak” diye konuştu. Fenerbahçe Voleybol Erkek Takımı’nın gençlerle birlikte çok tecrübeli sporcuları bir araya getirdiğini söyleyen deneyimli voleybolcu, bunun çok büyük bir ahenk yarattığını ve takım adına önemli bir ivme kazandıracağına inandığını söyledi. Genç oyuncular ile deneyimlilerin kaynaşmasının hiç de zor olmadığını söyleyen Peçen, bunun için gerekli olan ahengi takım olarak yakaladığımızı vurguladı ve şunları söyledi: “Gençlerle iyi diyalog kurmak çok önemli. Herkes bulunduğu konumun farkında. Ağabeyleri olarak bizler onlara tecrübelerimizi aktarmaya çalışıyoruz. Onlar da nerede ne yapmaları gerektiğini, gerektiğinde kenarda beklemeyi ve onlara ihtiyaç duyduğumuzda oyuna girerek takıma katkı sağlamayı en iyi şekilde yerine getiriyorlar. Bizim deneyimlerimizi kendi becerileriyle birleştirmeyi başarıyorlar ve inanıyorum ki, bu sayede Fenerbahçe için en iyisini hep birlikte bulacağız. Kazandığımız bu ahengi en iyi şekilde değerlendirip takımımızın başarısı için gerekli olan tüm olguları yerine oturtacağız. Biz başarıya aç bir takımız ve başarılı olmak için çok çalışmayı ve mücadele etmeyi sonuna kadar göze aldık.”

“FENERBAHÇE FORMASINI TAŞIMAK BİR GURUR”



Fenerbahçe formasını taşımanın az insana nasip olacak bir gurur olduğunu vurgulayan Ali Peçen, bunun yanı sıra bu formanın getirdiği ağır sorumluluklar da olduğunu söyledi. Tecrübeli voleybolcu, bu zorlukları takım, teknik heyet, yönetim ve taraftar olarak hep birlikte aşacaklarını çünkü Fenerbahçe’ye gönül veren herkesin takımın başarısı için üzerine düşen sorumluluğu yerine getireceğine inandığını söyledi.
Ali Peçen bu durumda yine en büyük görevin taraftarımıza düştüğünü söyledi ve ekledi: “Voleybol çok değişken bir branş. Alacağınız bir maçı kaybedebiliyorsunuz, kaybedebileceğiniz bir maçı alabiliyorsunuz. Bu nedenle taraftar desteğine çok ihtiyacı olan bir spor. Fenerbahçe taraftarı da takımını asla yalnız bırakmaz. Ben de öncelikle bir taraftar olarak bunu biliyorum. Bu nedenle bize düşen sorumlulukların bilincindeyiz. İstediğimiz taraftarımızın da her maça gelip bizi desteklemesi ve rakibimiz üzerinde bir baskı oluşturarak galibiyetimize ortak olması.”



Deneyimli voleybolcu, gelecekle ilgili hedefleri arasında şu an için ilk sırayı bu sezonu şampiyon olarak tamamlamak olduğunu, sonrasında da yine voleybol içinde yer almak istediğini belirtti. Peçen, Fenerbahçemiz ile 2 yıllık bir sözleşmeye imza attığını ve bu iki yılda Fenerbahçe için tüm gücüyle mücadele etmek istediğini söyledi. Peçen, sonrası için ise “Onun dışında her zaman voleybolun içinde yer almak istiyorum. Antrenörlük, yöneticilik voleybolda bana ne gibi bir ihtiyaç duyulursa bu alana da yoğunlaşmak istiyorum. Ancak bunu düşünmek için henüz erken. Kendimi iyi hissediyorum. Katkı verebildiğim sürece voleybol oynamak istiyorum. Voleybolu bıraktığınızda geri dönüşü olmadığı için mümkün olduğu kadar daha oynamak istiyorum. Sadece sahaya konsantre olalım ve hep birlikte başarılı olacağımıza inanıyorum” diye konuştu.

Ali Peçen, özel hayatında da bir erkek çocuk babası. Başarılı voleybolcu oğlunun da voleybolla uğraşmasını istediğini ancak yaşının küçük olduğunu söyledi. Peçen, konu ile ilgili olarak şunları söyledi: “Oğlumun voleybol oynamasını istiyorum. Ancak henüz 7 yaşında, bu spor için küçük sayılır. 12-13 yaşında bu spora başlayabilir. Kendisi de zaten voleybolla ilgili özellikle plaj voleybolunu çok seviyor.”



ALİ PEÇEN KİMDİR?

1984 yılında voleybola Eczacıbaşı takımında başlayan Ali Peçen bu takımda 3 şampiyonluk yaşamıştır. 1991 yılında Halk Bankası’na transfer olan deneyimli libero bu takımda da sayısız başarılara ve kupalara imza atmıştır. Bu takımın ardından Netaş’a transfer olan Ali Peçen, bu takımda 6 yıl kadar forma giymiştir. Netaş forması altında 3 Türkiye Şampiyonluğu ve bir Avrupa ikinciliği yaşayan Ali Peçen, 1999 yılında Erdemirspor’a transfer olmuştur. Bu takımda da bir çok başarı kazanan deneyimli voleybolcu yeni sezonda Fenerbahçe forması altında mücadele edecektir. 160 kez A Milli Takım forması giyen sporcunun plaj voleybolunda da sayısız başarıları bulunmaktadır.

GYÖRGY DEMETER ALİ PEÇEN İÇİN NE DEDİ?

Ali Peçen’le 3 yıl beraber çalıştığımdan çok iyi tanıyorum ve güveniyorum. Türkiye’nin en tecrübeli oyuncusu ve liberosu olduğundan bu sene çok başarılı bir performans gösterecektir. Hem oyuncu olarak hem de bir ağabey olarak takıma katkıda bulunacağına inanıyorum.

15 Ocak 2009 Perşembe

Fenerbahçe son kulübüm olacak

Fenerbahçe Dergisi 50. Sayısı
Röportaj: Elena Demiryürek
Fotoğraf: Ahmet Hopyar

Fenerbahçemizin 2006 yılında renklerine kattığı Halli Akkaş, uluslararası arenada katıldığı yarışlarda hem ülkemizi hem de Fenerbahçemizi başarı ile temsil ediyor. Halil Akkaş’ın ilk anda dikkati çeken özelliği; sakinliği. Bu öyle bir sakinlik ki o kadar başarıyı kazanan bir insanın bu kadar sakin olması insanın garibine gidiyor. Bir atletin daha hiperaktif olacağı düşüncesi yerleşmiş nedense aklımıza…

- Atletizm Türkiye’de son zamanlara kadar kamuoyunun fazla ilgili göstermediği, basının fazla yer vermediği bir spor dalıydı. Senin bu sporu seçmenin nedeni nedir?
Ben atletizme tamamen tesadüf eseri başladım ve yaptıkça sevdim. Basında çok fazla yer almadığı konusu ile ilgili baktığınızda başarı geldikçe basın ilgi göstermeye başlıyor. Başarı geldikçe basının bu branşlar ile ilgileneceğine ve sporun sadece futbol olmadığını anlayacağına inanıyorum. Atletizmde bizler ulusal ve uluslararası platformda başarı kazandıkça bu spora ilgi de o derece artacaktır.
- Atletizme tesadüf eseri başladığını söyledin. Bu tesadüften biraz bahseder misin?
Beden eğitimi öğretmenimiz okulda atletizm takımı için seçme yapıyordu. Arkadaşım da okul takımındaydı, bana “Sen de gel, bu seçmelere gir” dedi. Ben de biraz da onun teşvikleriyle seçmelere girdim. Bu seçmeleri kazanıp okul takımına girdim. Orta 3’te başladım atletizme. Lise 3’e geldiğimde uluslararası alanda başarılarım vardı. Milli Takıma da seçilme şerefine eriştim. 2001 yılından bugüne hala o onuru yaşıyorum. Uzun yıllar da yaşamayı sürdürmeyi hedefliyorum. Hem kulübümü hem de milli takımı en iyi şekilde temsil ettiğime inanıyorum.

- Uluslararası arenada büyük başarılar kazanıyorsun. Antrenman programın nasıl?
Günde 5-6 saati bulan zorlu bir antrenman programım var.


- Çok planlı bir hayatın olduğu belli. Bu planlamayı kimler yapıyor? Başarında payı olan insanları bize tanıtır mısın?
Benim başarımda Kulübümden, Başkanımıza, antrenörüme kadar herkesin payı var. Ben sadece yarışan ve podyumda baş gösteren kişiyim. Bu anlamda başrol oyuncusuyum. Ama eğer saydığım kişi ve kurumlar olmazsa o başrol oyuncusunun da bir etkinliği kalmıyor. Bu sahip olduğum olanakların kıymetini bilip çok çalışınca başarı kendiliğinden geliyor. Antrenörüm Ramazan Kutlu. 9 yıldır onunla çalışıyorum. İlerleyen zamanlarda onunla daha büyük başarılara imza atacağımıza inanıyorum.
- Senin için güçlü olan bir rakibi nasıl izliyorsun? Bu rakipler için nasıl taktikler kullanıyorsun?
Ayrı ayrı branşlarda yarışıyoruz. Bunun nedeni rakiplerimizin durumunu görmek. Onların hangi branşta daha iyi olduklarını görmek. 3000 metre yarışı için baktığınızda rakibi 1500 metre ve 5000 metredeki performansına göre değerlendiriyoruz. 1500 metrede iyiyse hızlı bir rakip demektir. Onun için yarışı son tura bırakmamak için yarışın ilk turlarında başarıyı yakalıyoruz. 5000 metrede daha iyiyse o zaman dayanıklılığı iyi demektir. Onu sondaki ataklarımla geçmeye çalışıyorum. Böyle değişik taktikler geliştiriyoruz.

- Türkiye’deki atletizme bakışla yurtdışındaki atletizme bakış nasıl? Bu konuda ne gibi eksilerimiz ve artılarımız var?
Atletizm son 4-5 yıldır kulüplerinde desteği ile artıyor. İstenilen konuma yavaş yavaş gelinmeye başlandı. Atletizmi belki de çok başarılı göstermeyen şey farklı farklı dönemlerde alınan başarılar. 2002’de Süreyya’nın Avrupa Şampiyonluğu 2003’te Dünya ikinciliği… 2004’te Elvan’ın Dünya rekoru kırması Eşref’in Olimpiyat üçüncüsü olması. 2006-2007’de benim aldığım başarılar… Bunlar ayrı ayrı zamanlarda kazanıldığı için çok fazla bütünlük yokmuş gibi geliyor. Ama ben inanıyorum ki Osaka’da yapılacak Dünya Atletizm Şampiyonası’nda Türkiye’ye özlenen madalyayı getireceğimize inanıyorum.

- Spor özellikle de atletizm zor bir meslek. Sakatlıklar ya da talihsizlikler yaşanabiliyor. Sen bu gibi bir durumla karşı karşıya kaldın mı? Eğer günün birinde artık bu sporu yapamayacağını düşünürsen ne yapmayı planlıyorsun?
Herkes bir gün o podyumdan inecek. Bu kesin bir şey. Gelecek ile ilgili henüz bir plan yapmadım. Mümkün olduğu kadar çok başarıya imza atmak ve yapabildiğim kadar çok şey yapmak istiyorum. Hayatı bu anlamda oluruna bırakmak gerektiğine inanıyorum. Zaman bakalım bize ne gösterecek demek gerekiyor.

- Kariyerinde “işte bu” dediğin başarı hangisi? Bunu yakalamaya ne kadar yakınsın?
Avrupa’da ve Türkiye’de yeni yeni adımı duyurmaya başladığıma inanıyorum. Zirveye çıkmak zor ama orada kalıcı olmak daha da zor. Türk atletizmi adına ilkler, başarılar kazandırmak istiyorum ve bunu yapabileceğime inanıyorum. Hem Avrupa’da hem de Dünya’da başarılara imza atmak istiyorum.
- Yarışlara çıkmadan önce bir uğurun var mı?
Hayır, yok. Öyle şeyler yapmıyorum. Sadece konsantrasyonunun önemli olduğuna inanıyorum. Aşırı stresli bir yapım zaten yok. O nedenle yarışlardan önce gerilmiyorum ya da panik falan olmuyorum. Kendimi koşarken dışarıya karşı kapatıyorum.

- Sarı forma ile müsabakalara çıkışın uzun süre konuşuldu. Sponsorluk dedin. Bunun biraz da Fenerbahçe ile ilgisi var mı?
O aslında federasyonun verdiği Milli forma… Her yarışa farklı bir forma ile çıkıyorum genelde.

- Fenerbahçe’ye geliş öykünü bize anlatır mısın?
Fenerbahçe’ye geliş öyküm aslında eskilere dayanıyordu ama hep bir pürüz çıkıyordu ve son anda Fenerbahçe’ye gelemiyordum ama nasip 100. yılımızaymış. Buraya kalıcı olmak için geldim. 100. yılda payım olsun istiyorum. Fenerbahçe’nin artık son kulübüm olmasını ve atletizmi Fenerbahçe’de bırakmayı hedefliyorum. Buraya gelmemde başta sayın Başkanımız Aziz Yıldırım’ın atletizme ve amatör branşlara verdiği önemin payı büyük. Onun ilgisi alakası beni ve benim gibi bu branşlarda mücadele eden sporcular için çok önemli.

- Fenerbahçe’nin atletizme bakışını nasıl buluyorsun?
Fenerbahçe’nin atletizme bakış açısından ziyade amatör branşlara bakış açısı bu ülke için büyük önem taşıyor. Çünkü Fenerbahçe her branşta şampiyon olmaya oynayan ve bu alanların tamamında var olmak için uğraşan bir yapıya sahip. Bazı spor kulüpleri gibi sadece isminde “spor kulübü” yazıp, sporu sadece futboldan ibaret sanan bir yapısı yok. Futbola önem verdiği kadar amatör branşlara da önem veriyor ve verdiği bu önem sayesinde her sporcunun saygısını kazanıyor. Böyle büyük bir camiada olmak zaten başlı başına bir öneme sahip.

- Planlı bir hayatın olduğunu görüyoruz. Bu seni zaman zaman yormuyor mu? “Tamam, bir molaya ihtiyacım var” dediğin olmuyor mu?
Hayatı rahat yaşamayı herkes ister ama belli zorluklara katlanmak ve amacınız olan şey uğrunda mücadele etmek çok büyük önem taşıyor. Hayatınızda belirlediğiniz hedefler ve hayat felsefesi için yapılması gereken şey çok çalışmaksa bu katlanılabilir bir durumdur. Çünkü sonunda ülkenizi, kulübünüzü size inanan yarışlarınızı izleyen insanları onurlandırmak ve bu sayede onların alkışlarını, sevgilerini hatta kalplerini kazanmak tüm zorlukları geride bırakmanızı sağlıyor. Çünkü o an her türlü olumsuzluğu siliyor.

- Ailen ve arkadaşlarına nasıl vakit ayırıyorsun?
Antrenmanlarım dışında televizyon izlerim, dışarı çıkarım, alışveriş yaparım. Memleketim Kütahya’da olursam arkadaşlarım ile buluşur, onlarla vakit geçiririm. Ailemi kamplardan pek görme şansım olmuyor. Vakit buldukça onlarla birlikte olmaya çalışıyorum. Bir aylık kamplarımız oluyor. Kampın son iki üç günü eşyalarımı toplayıp bir diğer kampa gitmek için uğraşıyor oluyorum.

- Stresli bir işin olduğu açık. Kendini bir yarışa mental olarak nasıl hazırlıyorsun? Bir psikolog ile çalışıyor musun?
Benim çalıştığım bir psikolog yok. Milli Takım için Karaman kampında bulunduğum sırada bir psikolog gönderdiler bana. Ülkenin en iyi psikologlarından biriymiş. Psikolog bayanla konuşmaya başladık. O bir şeyler sordu, ben konuştum. Daha sonra o bayan genel müdürün yanına gitmiş ve benimle ilgili olarak “Ben bu çocuğu çözemedim. Konsantrasyon konusunda bir sorunu yok. Ayrıca soruyorum; ‘Yanındaki rakibin dünya rekortmeni seni geçmesi konusunda endişelenmiyor musun?’ diye, o bana ‘Onda da iki bacak var bende de var.’ Bu çocukta stres falan yok” demiş. Bu biraz da kendine güvenle alakalı.

- Son olarak hedeflerin nelerdir?
100. yılda kulübümüze başarılar getirmek için çalışacağız. Mayıs ayında yapılacak olan Şampiyon Kulüpler Kupası’nda Fenerbahçemizi takım olarak başarıya götürmeyi istiyoruz. Daha sonra Osaka’da yapılacak şampiyonada ülkemize madalya kazandırmak ve en önemlisi 2008 Pekin Olimpiyatları’nda hem ülkemi hem de Fenerbahçe’yi en iyi şekilde temsil ederek, madalya kazanmak istiyorum.

Cumhur Can Halil Akkaş hakkındaki görüşleri:
Öncelikle Halil Akkaş, 100. yılda atletizm şubemize Fenerbahçe Spor Kulübü’ne kalıcı olarak kazandırmak istediğimiz sporculardan biriydi. Bunun çalışmasını geçen yıldan beri yapmaktaydık. Bunu sezon başında bazı dostlarımızın devreye girmesi sayesinde başardık. Halil Akkaş, sporculuğu ve kişiliği ile Fenerbahçe Spor Kulübü’ne yakışan bir atletimizdir. Bu yıl bu felsefe ile yola çıkarak, başarıdan önce kulübümüze yakışan ama daha sonradan başarı getiren sporcularla bu sezona ve daha sonraki sezonlara devam etmeyi amaçladık. Bu çerçevede Halil Akkaş bunun en iyi örneğidir. Türkiye atletizminde bana göre Halil Akkaş bir yerde diğer tüm atletler ise diğer taraftadır. Bunu da her yönüyle bugüne kadar ispatlamıştır. Uzun yıllardır kendisini keşfeden hocası Ramazan Kutlu’ya da hepimizin teşekkür etmesi gerekmektedir. Büyük özveriyle baştan beri onun peşinde koşması ve Halil’i bu seviyeye getirmesi en başında kendisi ve hocası daha çok çalışarak, daha çok yurt dışında koşarak ve tecrübe edinerek kulübümüzün forması altında daha büyük başarılara imza atacaklardır. Bizlerde biraz sabrederek bu başarılarını hep beraber seyredip onu alkışlayacağız.Transfer edildiği günden beri başta Sayın Başkanımız Aziz Yıldırım’a, yönetim kurulu üyelerimiz ve bu transferde emeği geçen herkese teşekkür eder, desteklerinin devamını beklerim.