Fenerbahçe Dergisi Ocak 2007 47. Sayı
Röportaj: ELENA DEMİRYÜREK
Fotoğraflar: AHMET HOPYAR
Türkiye’de erkek basketbolu deyince herkesin aklına ilk onun ismi gelir. Efes Pilsen, Koraç Kupası’nı; Milli Takım, Avrupa ikinciliğini ve Dünya 9.’luğunu kazandığında takımın liderliğini o yaptı. Aydın Örs, basketbolumuza kazandırdığı başarılar ve yetiştirdiği oyuncular ile Türkiye basketbol tarihine ismini altın harflerle yıllar önce yazdırdı. Son üç sezondur da Fenerbahçemizde görev alan basketbolun duayen ismi Aydın Örs ile Fenerbahçe Ülker basketbol takımımızın son durumunu, Fenerbahçe ve Ülker birleşmesini, takım içi dengeleri ve daha pek çoğunu konuştuk.
Kariyerinizi anlatır mısınız? 19 yıl basketbol oynadım. Ankara’da DSİ ve Şekerspor’da forma giydim. 35 kez A Milli Takım forması giydim. Basketbol oynarken 22 yaşımdan itibaren de alt yapılarda antrenörlük yapmaya başladım. Basketbol benim en büyük aşkımdı. Oyunculuk dışındaki mesaimi yıldız takım, genç takım antrenörlüğünde harcamaya başladım. Daha sonra basketbolu bıraktıktan sonra İstanbul’da Efes Pilsen’den altyapı sorumluluğu için teklif aldım ve İstanbul’a geldim. Aynı yıl Aydan Siyavuş, Efes Pilsen’in başına geldi ve yardımcı antrenör olarak çalışmamı istedi. 3 yıl aralıklı olarak 6 yıl onunla bir yıl Haliloviç ile yardımcı antrenör olarak çalıştıktan sonra tekrar altyapının başına geçtim. Daha sonra 1992 yılında Halil Üner’in istifası ile Efes Pilsen’in başına getirildim. Daha sonra Efes Pilsen A Takım serüvenim başladı. 1992 yılında ligin bitmesine 5 maç kala Efes Pilsen’in başına geldim ve o yıl ligde çok güçlü kadrolar olmasına rağmen şampiyon olduk. 7.5 yıl Efes Pilsen’in antrenörlüğünü yaptım. Bu süre içinde 5 Türkiye Şampiyonluğu, 4 Türkiye Kupası, 4 Cumhurbaşkanlığı Kupası ve Avrupa Koraç Kupası’nı kazandık. Bu arada altyapıda 4 Türkiye Gençler Şampiyonluğum da bulunuyor. Ayrıca 1993 yılında ilk kez bir Türk takımı Avrupa Kupa Galipleri Kupası’nda final oynadık Final’de kupayı iki sayı ile kaybettik. Çeşitli zamanlarda Avrupa’da çeyrek finale çıkma başarısını gösterdik. Efes Pilsen’den ayrıldıktan sonra A Milli Takım’ın başına geldim. 3 yıllık periyotta, Türkiye’de yapılan Avrupa Şampiyonası’nda Avrupa 2.’liği, daha sonra Dünya Kupası’nda da tüm tecrübesizliğimize rağmen ve yaşadığımız küçük şanssızlıklara karşın Dünya 9.’su olduk. Milli Takımdan 2003 yılında İsveç’te yapılan şampiyona sonrasında ayrıldım. 2004 yılında da Fenerbahçe’nin başına geldim. 3 sezondur da Fenerbahçe’nin başındayım.
Fenerbahçe’ye gelişiniz…Aslında ben Milli Takım’dan ayrıldıktan sonra faal antrenörlük yapmayacaktım. Yine basketbolun içinde olacaktım ama faal olarak antrenörlüğü düşünmüyordum. Ama Fenerbahçeli olmam, çocukluk arkadaşım olan Mahmut Uslu’nun bu konuda beni ikna etmesi, Fenerbahçe’de de geleceğe yönelik yapısal anlamda iyi şeyler yapılabileceğine olan inancım ile Fenerbahçe’de görev almayı kabul ettim. Bundan da büyük gurur duyuyorum. Bugüne dek Başkanımız Aziz Yıldırım’ın ve yönetimin bana ve oyuncularımıza gösterdiği ilgili sayesinde hiçbir sorun yaşamadık. Fenerbahçe camiasına yakışır bir şekilde işimizi yapmaya çalışıyoruz. Bu yıl Ülker beraberliği de bizim için artı bir motivasyon oldu. Çünkü Euro League’de oynama şansımız oldu. Euro League NBA’den sonraki en önemli lig. Fenerbahçe Ülker olarak burada yer almak bile çok önemli. Hem Türkiye Kupası, hem Euro League hem de Türkiye Ligi’nde mücadele ediyoruz. Buralarda ayrı ayrı hedeflerimiz bulunuyor.
Sezonun ortasına geliyoruz. Bir gerçek var ki sezon başından beri takım olma konusunda pozitif anlamda bir yol kat ettik. İlk zamanlarımızdan daha çok bir takım gibi oynamaya başladık ama bazı şeyleri de göz ardı etmemek gerekir. Bazı şanssızlıklar yaşadık. Bu bir mazeret olarak değil, daha çok bir gerçeklik olarak algılanmalı.
Sakatlıklar ve Mirsad’ın aldığı ceza bu süreçte ne kadar etkili?
Bu takıma gelmiş geçmiş en kariyerli oyuncu Solomon’dur. Bir süre bu oyuncumuzdan yararlanamadık. Tam takım onun oyununa, o da takıma alışmışken, birden bire sakatlandı ve biz bir süredir ondan yararlanamadık. Sakatlığından sonra ilk maçı Aris ile oldu. Onda da iki idman ile maça çıktı. Ayrıca Mirsad Türkcan bizim için çok önemli bir oyuncu ama o da Efes Pilsen maçındaki olaylar nedeniyle 9 maç ceza aldı. Biz geniş kadromuz sayesinde Türkiye Ligi’nde onun yokluğunu fazla hissetmiyoruz ancak Euro League’de onun gibi kariyerli ve başarılı bir oyuncudan fazla yararlanamıyoruz. Neden? Çünkü Türkiye Ligi’nde oynamadığı için maç ritmini kaybetmiş durumda. Euro League’de her hafta bir maç oynuyor ama diğer oyuncularımız gibi 3 günde bir maç oynamadığından dolayı, randımanı da azaldı. Eddie Basden yeni bir oyuncu. Kaliteli bir oyuncu sayı olarak olmasa bile ribaund, savunma ve top çalma konusunda bize büyük katkıları oluyor. Ama takıma yeni katıldığı için bazı ufak tefek adaptasyon sorunları yaşamıyor da değiliz. Euro League’deki rakiplerimize de baktığınızda örneğin Aris, ULEB Cup’ta geçtiğimiz yıl final oynamış bir takım; CSKA Takımı Avrupa Şampiyonu, en fazla üç oyuncu değiştirmişler. Bu takımlar yıllarca birlikte oynamış oyunculardan kurulu takımlar. Biz de takım olma olgusunu tamamlayıp bu takımlar gibi olmayı planlıyoruz. Euro League hedefinden uzaklaşıyor gibiyiz. Bizi sadece bu üzüyor. Onun dışında bu takım hak ettiği yeri sonunda bulacaktır. Sezon başında aldığımız oyuncuların sorunlu olduğu ve birbirleri ile sorunlar yaşayacaklarına dair yorumlar yapılıyordu ama baktığınızda takımımızda yer alan oyuncular “winner” denilen ve kazanmaya alışık sporcular. Bazı spontane olaylar yaşansa da sorunlu sayılabilecek oyuncular değiller. Disiplinsizlik yapacak, teknik kadroya ve yönetime saygısızlık yapacak oyuncular değiller. Hepsi iyi ve kişilikli sporcular. Fenerbahçe böyle oyunculara sahip olduğu için şanslı; bu oyuncular da Fenerbahçe Ülker gibi bir takımda forma şansı buldukları için çok şanslılar.
Bu oyuncuların yanında genç oyuncularımızın da performansları dikkat çekiyor. Genç oyuncularımızın şu andaki durumu nedir? Onların performanslarını arttırmak için ne gibi çalışmalar yapılıyor?
Fenerbahçe’nin uzun yıllar Türk oyuncu olarak büyük bir problem yaşamayacağını düşünüyorum. Gerek Ülker ile birleşme öncesinde yaptığımız hamleler, gerekse Ülker birleşmesinden sonra bize katılan oyuncular ile birlikte gelecekte bu anlamda sorun yaşamayacağız. Bunun somut bir örneği de kadromuzda yer alan Hakan, Semih gibi oyuncularımız. Onlar Genç Milli, Ümit Milli ve Milli Takım seviyesine ulaşmış oyuncularla birlikte, Ülker birleşmesinin ardından takımımıza dahil olan Oğuz gibi oyuncularla birlikte Alpella’ya yolladığımız, Ülker’in altyapısından da Alpella’ya giden bir çok oyuncumuz bulunuyor. Ömer, Serkan gibi, Ülker’den yetişen Caner, Can gibi oyuncularımız var. Onlar buralarda yetişip ilerde Fenerbahçemize büyük katkılarda bulunacaklardır ama genç oyuncuların yerleri hazır değil. Çünkü Fenerbahçe Ülker üst seviyeler kariyerleri olan oyuncular ile dolu. Ayrıca Euro League gibi bir arenada mücadele ediyor ama onlar kalitelerini üst seviyelere çeker ve orada sabitlerlerse önlerinin açık olduğuna inanıyorum.
Bu oyuncular bu rekabeti kaldırabilecek durumdalar mı?Şu anda öyle görünüyor ama bu rekabet sürekli var olacağı için performanslarını hep en üstte tutmak gibi bir durumları olacak. Şu ana kadar yol almış oyuncu bence Oğuz. Hakan ve Semih de bu rekabetin içindeler. Genç oyuncuların istikrar gibi bir sorunları oluyor. Bir maçta iyi oynadıktan sonra bununla yetinmemeleri gerekir. Devamlılık ve istikrar göstermeleri başarıları ve basketboldaki kalıcılıkları için çok önemli. Önlerinde bu devamlılığı ve istikrarı sağlayan örnekler de var. Bunlardan en önemlisi Damir Mrsic, İbrahim Kutluay gibi, hem sporcu kişilikleri hem de sergiledikleri performanslarla örnek alabilirler.
Üç alanda birden mücadele ediyoruz. Bu maçlar için yapılan antrenmanlarda dengeyi nasıl sağlıyorsunuz?
Biz zorlu bir temponun içindeyiz. Barselona maçını deplasmanda oynadık. Tarifeli uçaklara kendinizi uydurmanız için, uçağa yetişmek daha sonra beklemek zorunda kalıyoruz ayrıca çok erken kalkmamız gerekiyor. Barselona maçının ardından direk uçağımız vardı buraya geldik ondan sonraki gün sabah erken Ankara’ya deplasmana gittik. Oraya gittik bir idman yaptık sonra maça çıktık. Oradan geldik bir gün durduk ve Napoli’ye gittik. O da çok yorucu bir seyahatti. Çünkü önce Milano’ya gidip bekledik. Daha sonra oradan aktarma yapıyorsunuz. Oraya gittik maçı oynadık geri geldik çok yorucu bir seyahatin ardından yine bir idman ile Galatasaray maçına çıktık. Gerçi hep bu şekilde yorucu değil, kendi sahamızda oynadığımızda durum biraz daha iyi oluyor ama antrenman, seyahat, maç, tekrar idman antrenman maç gibi bir süreç yaşıyoruz. Bu yoğun tempoda da çok yoğun antrenmanlar yapmamız da beklenemez. Genelde oyuncuları formda tutmaya ve rakip takımın taktiğini oyunculara anlatmaya yönelik çalışmalar yapıyoruz. Ayrıca bu arada genç oyuncuları, sakatlıktan yeni çıkmış ya da maç eksiği olan oyunculara antrenman düzenliyoruz. Onlara sabah idmanı yaptırıyoruz.
Oyuncuları bu tempoya adapte etmek için büyük çaba sarf ettiğinizi biliyoruz. Bu tempoya kendinizi nasıl adapte ediyorsunuz?
Bu tempoları yaşamış bir insan olarak avantajlıyım. Zor tempoları gidermek için kendime çizdiğim bir felsefe var. Ayakta kalmak için kendi fiziğimin diri ve zinde kalması gerektiğini düşünüyorum ve buna göre yaşantımı programlıyorum. Sabahları İstanbul’da olduğum sürece bir saat 1,5 saat spor yapıyorum. Bu hem fiziğimi hem de moralimi yüksek tutmama yardımcı oluyor. Bunun çok büyük yararını görüyorum. Böyle büyük hedefleri olan bir takımı idare ederken, maç kaybettiğinizde çok üzülme, kazandığınızda çok sevinme gibi bir durumunuz olamıyor. Çünkü bir maç oynandıktan hemen sonra diğer maçı düşünmeye başlıyorsunuz. Takımın lideri ve koçu olarak benim düzgün moralli olmam gerekiyor. Bu nedenle de kendi zihinsel ve fiziksel hazırlığımı yapmak zorundayım. Ancak bu şekilde oyuncularımı yönlendirebilirim.
Oyuncuların psikolojik durumunu iyileştirmek açısından ne yapıyorsunuz? Oyuncularla hem takım toplantısı, hem de bireysel toplantılar yaparak sorunlu süreçleri aşmaya çalışıyoruz. Efes Pilsen yenilgisi, üst üste maç kayıplarını atlattık. Çok da tecrübeli oyunculara sahibiz. Bunu aşmamız gerekiyor, herkes bunun bilincinde. Çok iyi bir galibiyet almaya çok sevinemezsiniz. Oyuncularımız da tecrübeleri ile bu durumun farkında.
Takımımız, genellikle ilk üç periyodu önde bitiriyor. Hatta bazı durumlarda oluşan serileri kırıp avantajı yakalıyor ancak bazen sonuca ulaşamıyor. Bu da genelde son periyotta oluyor. Bunun nedeni nedir?
Maçlar genellikle son periyotta kazanılır ya da kaybedilir. Bizim de son periyotları çok iyi oynadığımız söylenemez. Bunun nedeni tam bir takım olma aşamasına gelmediğimiz için. Takım olmak nedir bunun altını doldurmak çok önemli. Savunmada yardımlaşmak hücumda da paylaşmak. Daha doğru şut seçimleri, paylaşımlar ya da savunma içinde birlikte olmalıyız. Bu bir takım sporu olduğu için çok önemli. Özellikle Euro League’de bunu çok görüyoruz çünkü öyle takımlarla mücadele ediyoruz ki zaten bu gibi sorunları aşmış takımlar olduklarını görüyoruz. Bu açıdan bakıldığında şanssız bir fikstür çektiğimizi de görebiliyoruz. Daha iyi bir başlangıç yapabilirdik bunun da ilgisi var sonuç olarak. Bu zorlu rakiplere karşı bir arada oynamış daha bir takım oturmuş olsaydı kazanabilirdik ama bu konuda ilerlediğimizi düşünüyoruz.
Taraftarımız ile ilgili olarak ne söyleyebilirsiniz?
Taraftarımıza minnettarız. Onların bize verdiği gönülden desteğe karşı minnet borcumuz var. Onlar bizim motivasyon kaynağımız ama yine de onlara sitemim var. Beşiktaş, Galatasaray ve Efes Pilsen maçlarında gösterdikleri desteği Avrupa Kupaları’nda ve diğer lig maçlarında da bekliyoruz. Adı geçen maçlar dışında çok fazla ilgi göstermiyorlar. Özellikle Avrupa maçlarına gelmemelerini ve takımımızı destekleme arzusunu göstermemelerini Avrupa’da bize güvenmediklerini düşünmemize neden oluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder